2.SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI (Tüm konular)
1.ÜNİTE SANAT METİNLERİNİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ
2.ÜNİTE SANAT METİNLERİ
FABL – MASAL- HİKAYE (ÖYKÜ)- ROMAN- TİYATRO -ŞİİR
3. ÜNİTE SÖZLÜ ANLATIM
1.KONFERANS
2.AÇIK OTURUM
3.SEMPOZYUM
4.FORUM 5.MÜNAZARA
4.ÜNİTE
BİLİMSEL YAZILAR
1.ÜNİTE SANAT METİNLERİNİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ
Sanat eserlerinin ortaya çıkmasının birçok sebebi vardır. Sanatçı kendini diğer insanlara anlatabilmek için çeşitli yollar denemiştir çağlar boyunca. Kendini anlatma çabası, sanatçının zihninde ortaya çıkmış, bu isteği giderebilmek için de çeşitli yollar denemiştir. İşte onun bu denediği yollar daha sonra sanatların ve sanat eserlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Edebiyatta bir gelenek vardır. Sanatçılar, yaşadıkları çağın duygu, düşünce vb. anlayışlarını içine doğdukları toplumda hazır bulduklarından, geleneksel olarak yüzyıllarca işlenen bir edebiyat geleneğine de sahip olacaklardır. Sanatçılar, yaşadıkları döneme göre değerlendirilirler sözü de bu anlamda doğrudur. Sanatçı, yaşadığı dönemin değer yargıları, duygu ve düşüncelerine göre değerlendirilirler.
Bir milletin ilerleyip yükselmesi için sanat ve bilim alanında yenilik düşüncesine açık olmaları gereklidir. Bir millet sanat ve bilim alanında ilerleyebiliyorsa, o millet daima yükselebilir.
Sanat Metinleriyle Öğretici Metinler Arasındaki Farklar
SANATSAL METİNLER
ØOkuyucuya estetik zevk vermek amacıyla yazılır. Güzellik esas alınarak yazılmıştır.
ØBilgilendirme amacı yoktur.
ØOkuyucuda merak uyandırır.
ØDil sanatsaldır, üslup kaygısı vardır.
ØÖyküleyici ve betimleyici anlatım türüyle kaleme alınır.
ØKişi, zaman, mekân, tarih değiştirilebilir.
ØOlaylar gerçek ya da kurmacadır. Gerçekler kurgulanarak anlatılır.
ØHayallere ve mecaz anlatımlara yer verilir.
ØSamimi, süslü ve mecazlı dil kullanılır.
ØDil şiirsel işlevde kullanılır.
ÖĞRETİCİ METİNLER:
ØOkuyucuya vermek amacıyla yazılır.
ØKurgu değildir, gerçekler dile getirilir.
ØGerçeklik ön plandadır.
ØAçıklayıcı anlatım türüyle kaleme alınır.
ØResmi, açık ve sade bir dille yazılır, üslup kaygısı yoktur.
ØSanat kaygısı taşımaz.
ØDil göndergesel işlevde kullanılır.
2.ÜNİTE SANAT METİNLERİ
FABL – MASAL- HİKAYE (ÖYKÜ)- ROMAN- TİYATRO –ŞİİR
1-FABL
* Kişileri genellikle hayvan, bitki ve cansız varlıklar olan, ders verir nitelikli, kısa masalımsı öykülere fabl denir.
* "Fabl" sözcüğünün kökeni Latince "hikâye" manasına gelen "fabıla"dır. Fakat bu sözcük zamanla bir ahlâk ilkesi veya davranış kuralını anlatan kısa sembolik (simgesel) bir hikâye türünün adı olmuş
* Bu tür hikâyelerin, kahramanları çoğunlukla hayvanlardır. Hikâye kahramanı bu hayvanlar, kendi özelliklerini korumakla birlikte insan gibi konuşurlar. Esasen "fabl" bu özelliği nedeniyle masalımsı eserler arasında yer alır.
* Fabllar hem nazım, hem nesir biçiminde olurlar.
* Fablın sonunda her zaman bir ahlâk dersi (kıssadan hisse) vardır. Bu ders kısa, açık ve doğru olmalıdır ve mutlaka öykünün doğal bir neticesi gibi görülmelidir.
* Fabllar teşhis ve intak sanatları üzerine kurulmuştur.
* Fabllarda öğretici (didaktik) bir amaç güdülür, gündelik hayatla ilgili dersler ve öğütler verilir. Okurlar çoğu zaman verilen dersin veya öğüdün ne olduğunu anlamakta zorluk çekmezler. Çünkü bu ders veya öğüt eserin bir yerinde, çoğu defa sonunda, bir atasözü ya da özdeyiş biçiminde açıkça belirtilir. Fabllarda basit ahlâk ilkelerine değinildiği gibi insanların birçok kusurlu yönüne de dikkat çekilir.
* Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasında geçen iyi-kötü, cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü... vb. çatışmalar; bu niteliklerin yakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.
* Fabllar aracılığıyla kanaatkârlık, özveri, yardımseverlik, iyi niyet gibi olumlu davranışlar çocuğa kazandırılabilir. Özellikle 8-12 yaş grubu çocuklar fabl okumaktan ve dinlemekten büyük zevk alırlar. Kanaatkârlık, tamahkârlık, kıskançlık, paylaşımcılık gibi çocuklar tarafından anlaşılması güç kavramların somut olaylarla anlatılması sebebiyle çok önemli bir eğitim aracı olarak kabul edilmelidir.
Kişilerin ve çocukların yakınlık duyduğu sevdiği varlıklar olduğu için fabllar, çocukların ilgisini çeker. Öykülemenin kısa oluşu da çocukların fabllara duyduğu ilginin bir başka sebebidir. Sıkmadan verilen öğütler, bu nedenle çocukların eğitiminde yararlı olur.
* Fabllar eğlendirici ve sevimlidirler.
* Dramatizasyona uygun oluşları anlatımlarındaki hareketliliği eyleme dönüştürmeye yardımcı olur. Böylelikle yaşayarak öğrenmeye uygundurlar.
* Fabllar olay anlattıkları için bir başka şiiri okumaktan ya da ezberlemekten daha çok çocukların ilgisini çeker.
* Fabllar insan belleğinde çok kolay saklanabilen ve ortaya çıkarılabilen özelliklere sahip olduğu için sözlü gelenek içinde de yaşatılabilmektedir.
* Bütün uluslarda ortak bir nitelikte olan fabllar basit, pratik ahlâk ilkeleridir.
Fablın Öğeleri
Fablın dört ögesi vardır: kişiler, olay, zaman, yer.
Kişiler: Fablin konusu olan olay, kişileştirilmiş en az iki hayvanın başından geçer. Bunlardan biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri kötü ahlâklı bir tipi canlandırır.Fabllerde ikinci derecede kişiler çok azdır, bazen yoktur. Kişi betimlemesi yoktur.Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu kurnaz insan yerine koyarız; arslan varsa cesaretine güvenen biri yerine koyarız. Kısa olay bile bütün yönleriyle değil, yalnızca fable konu olan yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu çözümlemelerine yer verilmez.Fabllerde bir de anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin de betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti verilmez. Anlatıcı kahramanları izler, dersini alır. Böylece dinleyen ile aynı görüşü paylaşır.
Olay: Fablın konusu insan başına gelebilecek her hangi bir olaydır. Olay,kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme, istek, özlem, öfke, korku... gibi tutkuya dönüşmüş duygularından doğar. Fablın gövdesini bir olay oluşturur, asıl önemli olan fablın anlatılış nedenidir. Buna "ders" denir.
Yer: Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir: Orman, göl kenarı,yol... gibi. Olayın geçtiği yer olayla birlikte değişebilir.
Zaman: Her olay gibi fabldeki olay da bir zaman diliminde geçer. Kronolojik zaman kullanılır.
Fablın Bölümleri
Fabl plânı dört bölümdür: Serim, düğüm, çözüm, öğüt.
Serim: Olayın türüne, çıkarılacak derse göre kişileştirilmiş hayvanlar ve çevre tanıtımının yapıldığı bölümdür.
Düğüm: Olay o çevrede verilmek istenen derse göre gelişir. Kısa ve sık konuşmalar vardır. Hemen birkaç konuşma ile olay düğümlenir
Çözüm: Olay beklenmedik bir sonuçla biter. Fablın en kısa bölümüdür.
Öğüt: Ana fikir bu bölümde öğüt niteliğinde verilir. Bu bölüm kimi zaman başta, kimi zaman sondadır. Kimi zaman da sonuç okuyucuya bırakılır.
Fabl Türünün Gelişimi
* Batıda ve dünyada ilk fabl yazarı olarak Frikyalı Aisopos (Ezop) gösterilir. Ezop’un M.Ö. 620-650 yılları arasıda yaşadığı ve baskıcı bir yönetim yüzünden düşüncelerini küçük hayvan hikâyeleri ile anlattığı söylenmektedir. Ezop'un fablları MÖ 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir.
* Doğuda ilk fabl örneklerine eski Hint edebiyatında MÖ 200 yıllarında Pançatantra masallarında rastlamak mümkündür. Ancak çok daha sonraki yüzyıllarda (MS 100-150) ortaya çıkan bu eserin yazarının kim olduğu ve hangi yıllar arasında yaşadığı henüz bilinmemektedir. Bu türün diğer örneği ise MS 300 yılında Beydaba tarafından meydana getirilmiştir. Beydaba, Kelile ve Dinme adlı eserini Debşelem adlı Hint hükümdarı zamanında yazmış ve ona sunmuştur.
* La Fontaine, Ezop’un ve Beydaba’nın Latinceye çevrilmiş eserlerinden ve yine kendisinden önce yaşamış, Phaedrus, Planudes, Edmund Spenser gibi şairlerden yararlanarak Fabl türünde usta eserler meydana getirmiştir.
* Fars edebiyatında 8.-14 yüzyılda yaşamış ve toplumsal eleştirileriyle ilgili eserler kaleme almış olan ünlü mizahçı Ubeyd-i Zakanî ve 11/16. yüzyılda hayatını sürdürmüş olan Muhammed Bakîr Meclisî’nin Fare ile Kedi (Muş u Gurbe) adlı eserleri vardır.
* Sadî’nin Gülistan ve Bostan adlı eserlerinde hayvan hikâyelerini anlatan bir çok örnek mevcuttur.
* James Thurber ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır.
Türk Edebiyatında Fabl
* Türkçedeki ilk örneği Harname'dir.
* Ahmet Mithat, Kıssadan Hisse adlı eserini ahlakî gaye güderek yazmıştır. Bu eserde yazar, Ezop’tan, La Fontaine’den yapmış olduğu çevirilere ve kendi yazmış olduğu fabllere yer vermiştir
* Recaîzade Mahmut Ekrem, La Fontaine’den Horoz ile Tilki, Kurbağa ile Öküz, Karga ile Tilki, Meşe ile Saz, Ağustos Böceği ile Karınca gibi bir çok çeviriler yaparak bu alanda Türk Edebiyatına katkıda bulunuştur
* Ali Ulvi Elöve Çocuklarımıza Neşideler, adlı şiir kitabında La Fontaine, Victor Hugo, Lamartine’den yaptığı çevirilerin yanında, yine bunlardan esinlenerek yazdığı fabl türü şiirlere de yer vermiştir.
* Nabizade Nazım’ın Bir Sansar ile Horoz ve Tavuk adlı eseri vardır
* Tarık Dursun K.’nın fabl üzerine bir çok eseri mevcuttur. La Fontaine, Ezop ve Krilov’dan çeviriler yaparak yayınlayan yazar, hayvanlarla ilgili bir çok hikâye de yazmıştır.
* Nurullah Ataç, Orhan Veli Kanık, Ömer Rıza Doğrul, Kemal Demiray, M. Fuat Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk, Siracettin Hasırcıklıoğlu, Sebahattin Eyüboğlu fabl türü ile ilgilenmiş çeviri yapmış, araştırmalarda bulunmuşlardır.
2-MASAL
Olağanüstü olayların, olağanüstü kahramanlar aracılığı ile anlatıldığı, zaman ve mekân kavramları ile sınırlı olmayan sözlü anlatım türüne masal denir.
Masallar halk arasında anlatılan, sonradan bir yazar tarafından yazıya geçirilen, düz yazı şeklinde oluşturulmuş anonim bir türdür.
Masallarda yer ve zaman belli değildir. Masallarda çevre Kafdağı, Yedi Derya Adası, Yedi Yerin Altı ve Üstü gibi büsbütün hayalî ve gerçek dışı ülkelerdir. Zaman ve olaylar çok hızlı bir şekilde ilerler masalda.
Masallarda olaylar ve kahramanlar tamamen hayal ürünüdür. Kahramanlar insanüstü özellikler taşır ve tek boyutludur. Yani iyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. Masal sonunda iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Çünkü masallarda amaç, eğiticiliktir. Dinleyenlere bir konuda ders vermek, öğütte bulunmak için söylenir masallar.
Ayrıca masallarda sembolize tipler vardır:
Keloğlan - zekâ ve şans, köse - kötülük, Hızır - maneviyat, üvey anne - kötülük, üvey kız kardeş - kıskançlık, at - güç, cadı - kötülük, tilki - kurnazlık, vezir - kötülük...
Masalların kahramanlarını insanlar; padişah, tüccar, Keloğlan, oduncu, köse hayvanlar; at, tilki, güvercin, karga, âlet ve eşya; dağ, taş, mağara, kuyu, seccade, ayna, fasulye, soyut yaratıklar; dev, cin, peri, yalın düşünceler; akıl, zekâ, iyilik, kötülük, güzellik olabilir.
Masallar sözlü ürünlerdir, bu nedenle masalların anlatımı önemlidir. Çünkü dinleyeni masal dünyasına çekebilmek, anlatıcının ustalığına bağlıdır. Masalların dili halkın konuştuğu dildir.
Masallarda uzun betimlemeler ve psikolojik tahlillere yer verilmez. Masallar genellikle tek bir olaydan meydana geldiği için öteki edebiyat türlerine göre daha kısadır.
Masallar üç bölüme ayrılır. Birincisi "döşeme" denen başlangıç bölümüdür. Bu masala giriş kısmında, konuyla ilgisi olmayan sözler vardır: "Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellâl iken, pire berber iken..." Bu kısımla masalı anlatan kişi, dinleyicilerin dikkatini tamamen kendine çekmeye çalışır.
"Asıl masal" denen ikinci bölümde asıl olay ya da olaylar zinciri anlatılır. Kendi içinde giriş, gelişme, sonuç bölümleri vardır. "Dilek" denen üçüncü ve son bölümde başlangıçta olduğu gibi yine bir tekerleme vardır. Başlangıca göre buradaki tekerleme kısadır. Anlatıcı masalı güzel bir dilekle sonuca bağlar. Dilek kısmı kalıplaşmış birkaç sözden oluşur: "Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.", "Onlar ermiş muradına, darısı buradakilerin başına."
Türk masalları tarihin bilinmeyen bir devrinden beri sözlü gelenekte yaşamaktadır. Bu masalların toplanıp yazıya geçirilmesi 19. yüzyıldan sonra olmuştur. Türkiye'de halk ağzından derlenmiş en eski masal kitabı "Billur Köşk"tür. Cumhuriyet devrinde Pertev Nail Boratav, Ziya Gökalp, Tahir Alangu ve Eflatun Cem Güney masal üzerine çalışmalar yapmışlardır.
Masallar, halk masalları ve sanat masalları olarak ikiye ayrılabilir: Halk masalları toplumun değer yargılarını, anlayışını, kültürünü, dünya görüşünü yansıtan anonim ürünlerdir. Sanat masalları ise toplumda görülen aksaklıkları yermek, bir düşünceyi ortaya koymak gibi belli bir amaca yönelik olarak yazılan masallardır.
Halk masallarına benzetilerek ve aynı zamanda içlerine özel bir dünya görüşü konarak, belli yazarlar tarafından meydana getirilen masallara "yapma masal" denir. İngiliz yazar Oscar Wilde, Danimarkalı Andersen ile Fransız Lafontaine bu tür masallarıyla tanınırlar.
Dünya edebiyatında Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları, Türk edebiyatında ise Keloğlan Masalları çok tanınmıştır.
Masallarla destanlar birbirine yakın ürünlerdir. Bunların benzer ve farklı yönleri vardır. Masallar tamamen hayal ürünüdür. Destanlar ise toplumların tarihlerinde yaşadıkları çok önemli ve İz bırakan olaylardan beslenir. Masallar evrenseldir. Destanlar ise ulusaldır. Masallarda iyi insan, kötü insan gibi evrensel konular işlenirken, destanlarda bir toplumun tarihine ait ulusal değerler aktarılır.
Masal ile hikâye olay kaynaklı edebî metinler olması bakımından benzerlik gösterir. Hikâye, doğaüstü unsurlara yer vermediği oranda masaldan farklıdır. Ayrıca hikâye, anlatımı bakımından da masaldan ayrılır.
3.HİKÂYE (ÖYKÜ)
Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye denir. Önemli farklılıkları olmakla birlikte "küçük roman" şeklinde de tanımlanabilir.
19. yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse Daudet (1840–1897) ve Guy de Maupassant (1850-1893) gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın yetiştirdiği zamanın ileri gelen romancılarındandır.
Fransız hikâyeciliği Guy de Maupassant'ın izinden gelişmiştir.
Amerikan edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark Twain (1835-1910), O. Henry (1862-1910) ve bunları takiben John Steinbeck, Erskine Caldwel Batılı ünlü hikâyecilerdendir.
TÜRK EDEBİYATINDA HİKÂYE
Bizde, destanlar, halk hikâyeleri, ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. ve XV. Yüzyılda “Dede Korkut Hikâyeleri” ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır.
İlk hikâye kitabı, Emin Nihat'ın Müsameretnâme”sidir.
Bu kitapta toplanan hikâyelerin kuruluşu, işlenişi "Binbir Gece Masalları"na benzer.
XIX. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte Batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi “Letâif-i Rivayât (söylenegelen güzel şeyler) adlı eserini yazarak vermiş; “Kıssadan Hisse” ile bu türü geliştirmiştir.
Sami Paşazade Sezai: “Küçük Şeyler” adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur.
Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin’le kazanmıştır.
HİKÂYENİN UNSURLARI
• Olay: Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur.
• Kişiler: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.
• Yer: Olayın yaşandığı çevre veya mekândır.
• Zaman: Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür.
• Dil ve Anlatım: Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.
Anlatım ise üç şekilde olur:
Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “birinci kişili anlatım” ; yazarın ağzından anlatılanlar “üçüncü kişili anlatım”. Olaylara hâkim anlatım; “ilâhî bakış açılı anlatım”dır.
HİKÂYEDE PLÂN:
Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar:
• Serim: Hikâyenin giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır.
• Düğüm: Hikâyenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.
• Çözüm: Hikâyenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür
Ancak bütün hikâyelerde bu plân uygulanmaz, bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur. Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır.
HİKÂYE ÇEŞİTLERİ
Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde, kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikâye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir. Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre;
• OLAY (KLASİK VAK’A ) HİKÂYESİ:
Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir. Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için “Maupassant Tarzı Hikâye” de denir.
Maupassant Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü, hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir.
Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin’dir.
• DURUM (KESİT ) HİKÂYESİ:
Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir. Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz. Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikâye” de denir.
Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Hikâye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira, kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.
Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.
• MODERN HİKÂYE:
Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve birtakım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’lerde ilk defa Batı’da görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Fransız Kafka’dır .
Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner’dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.
TÜRK EDEBİYATINDA HİKÂYE
Türk hikâyeleri, şu dört ana grupta değerlendirilir:
• "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerinin düzenli olduğu hikâyeler. Ömer Seyfettin, Samet Ağaoğlu, Haldun Taner, Oktay Akbal, Mustafa Kutlu'nun hikâyeleri bu grup içindedir (Maupassant Biçimi)
• İstanbul'da yaşayan insanların özel hayat ve özelliklerini veren hikâyeler. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Osman Cemal Kaygılı, Sermet Muhtar Alus'un hikâyeleri bu grup
• "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerine önem vermeyen, olayın herhangi bir yerinden başlayan hikâyeler. Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Tarık Buğra, Sevinç Çokum gibi yazarlarımız bu gruptandır. (Kısmen, Çehov Biçimi)
• Varoluş çizgisinde oluşturulmuş, aydın bunalımı ve çaresizliği anlatan soyut hikâyeler. Bu tür hikâyeler, ülkemizde 1955'ten sonra görüldü. Hikâyelerde, hiç bir toplum kaygısı görülmez. Aydın bunalımının nedenleri yansıtılır. Sanat adı altında çoğu zaman "müstehcen"e kaçan konulara yer verilir. Hikâyecilik, sanattan ayrılmış ve ideolojiye kaydırılmıştır.
Bu grupta hikâye yazan yazarlarımızın başında ise; Yusuf Atılgan, Demirtaş Ceyhun, Ferit Edgü ve Erdal Öz gelmektedir.
4-R O M A N
Latince’de, “yazı” anlamına gelen bir sözcüktür Roma’da bozulmuş latince’ye verilen ad olarak kullanılırken daha sonra yaşanmış bir olayı hikâye etme anlamında kullanılmaya başlanmış; çağımızda ise, öykü türünün her yönüyle gelişmiş şekline “roman denmiştir.
Yani yaşanmış ya da yaşanabilir olayları, yer, zaman, çevre ve insan unsurlarına dayanarak, geniş bir bakış açısıyla anlatan yazı türüne ROMAN diyoruz.
ÖZELLİKLERİ:
1) Konusu insan ve dünyadır.
2) Gerçek yaşamı yansıtmaya çalışır.
3) Anlattığı olay, çevre ve kişiler, yaşamdan alınır
4) Olay ve kişileri ayrıntılı anlatma, tahlil ve tasvirlere çok yer verme, bir ana olay etrafında bir çok küçük olaya yer verme bakımından hikâye türünden ayrılır
Roman türünün ilk örneğini ilk defa XVI. Yüzyılda İspanyol yazar Miguel de Cervontes ( Mişel dö Servantes) “ Don Kişot” adlı esriyle vermiştir XVII. Yüzyılda Madema de la Fayette : “Princesse de Clevs “ adlı eseriyle onu takip etmiş; XIX. Yüzyılda gelişen romantizm verealizm akımları bu tütün de gelişmesinde etkili olmuştur..
Türk Edebiyatında daha önceleri bu türün yerini tutan MESNEVİLER vardı Batılı anlamdaki roman türü bizde önce çevirilerle başlar.
İlk olarak Yusuf Kâmil Paşa Fransız yazar Fenelon’dan “Telmaque”adlı esri çevirmiş ; sonra Wictor Hugo’dan “Sefiller”, Daniel Defo’dan “Robinsun Crosoe” ve Alexandre Dumas ‘dan “Monte Criesto” çevrilmiştir.
Bizde ilk yerli romanı Şemsettin Sami : “Taaşşuk u Talat ve Fitnat adlı eseriyle vermiştir.
Daha sonra Namık Kemal “İntibah “ adlı eseriyle ilk edebi roman örneğini Halit Ziya Uşaklıgil “Mai ve SİYAH “la ilk modern roman örneğini vermişlerdir. Bunları “Araba Sevdası “ adlı romanıyla Hüseyin Rahmi , “Eylül” adlı romanıyla Mehmet Rauf takip eder .
Milli Mücadele döneminde Halide Edip “Ateşten Gömlek “, “yaban”. Reşat Nuri “Çalıkuşu “ romanlarıyla bu türü mükemmele ulaştırır.
ROMAN ÇEŞİTLERİ
A ) KONULARINA GÖRE
1 – Tarihi Roman : Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır.
İlk örneğini Valter Scolt “Vaverley “ adlı eseriyle vermiş. Bunu Gogol ,”Toros Bulba “, W. Hugo “Nöturdam de Paris “ , A. Dumas “Monte Criestove Üç Silhşörler” le takip eder
Türk edebiyatında ilk örneği N. Kemal’in “Cezmi “ romanıdır. N. ADSIZ’ın “Bozkurtlar “;T Buğra “Küçük Ağa “, Küçük Ağa Ankara'da” K. Tahir’in Yorgun Savaşçı”. “Devlet Ana” bu tür romanlardır.
2 - Macera Romanı:Günlük hayatta her zaman rastlanmayan, şaşırtıcı, sürükleyici, esrarengiz olay-ları anlatan romanlardır “Serüven Romanları” da denir. Bir araştırma ve izlemeyi anlatan “Polisiye Roman “, alışılmışın dışında uzak yerleri ve yaşamları anlatan” Egzotik Romanlar” da bu gruba )- girer.
Dünya edebiyatında R. L. Stevensın’ın “Hazine Adası”. D. Defo’nun “Rabinson Cruse” R . Kiplink’in “Cangel”; Türk edebiyatında A. Mithat Efendinin “Hasan Mellah “ . “Dünyaya İkinci Geliş”, Peyami Safa’nın “ Cingöz Recai “ bu türün en tanınmış örnekleridir.
3) Sosyal Roman : İnsan yaşamınn sınırsız kültür birikimi içinde yer alan ve insanı derinden etkileyen toplumsal, siyasi olaylar, inançlar, gelenek ve görenekleri bazen eleştirisel, bazen de bilimsel açıdan ele alıp anlatan romanlardır
Dünya edebiyatında : W. Hugo’nun “Sefiller “, Tolstoy’un “Suç ve Ceza”; Türk edebiyatında Namık Kemal’in “İntibah “,R. M. Ekrem’in Araba Sevdası “ A. M. Efendinin “Felatun Bey İle Rakım Efendi bu tür romanlardır.
Bir fikri savunup bilimsel verilerle olaya yaklaşan “Tezli Roman “( Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı gibi.) ; toplumdaki inanç ve gelenekleri anlatan Töre Romanı” ( Halide Edip “ Sinekli Bakkal) bir olayı eleştirisel yaklaşımla anlatan “Yergi Romanı “ (Y Kemal’in İnce Memet “ ) ; belli bir yerin özelliklerini anlatan “Mahalli Roman ( F. Baykurrt’un “ Yılanları Öcü “) sosyal romanın çeşitleridir
4)- Psikolojik Roman : ( Tahlil Romanı ) : Dış alemdeki olaylardan çok , kahramanların iç dünyasını, ruh hallerini ele alarak kişilerin toplumla ilişkilerini, bunların birbirinden nasıl etkilendiklerini anlatan romanlardır.
İlk örneği: Madame de La Fayette’nin “Prencesse de Clevs” Adlı romandır.
Bizde Mehmet Rauf’un “Eylül” ilk örnektir. Peyami Safa’nın “Matmazel Noralya’nın Koltuğu”, “Bir Tereddütün Romanı “, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu “ bu türdendir.
5) Otobiyografik Roman: Yazarın kendi yaşamın anlattığı romanlardır. Dünya edebiyatında Alfonse Dode’nin “Küçük Şeyler “ , bizim edebiyatımızda: Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun “Anamın Kitabı “. P. Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”bu türün örnekleridir.
NEHİR ROMAN : Bir kişinin, bir toplumun hayatındaki gelişmeleri ya da tarihi bir olayı birden fazla cilt halinde anlatan romanlardır.
Tarık Buğra’’nın “Küçük Ağa”, “Küçük Ağa Ankara’da” , “Firaun İmanı”; Nihal Adsız’ın “Bozkurtlar “ , “Bozkurtların Ölümü”, “Bozkurtlar Diriliyor” romanları gibi
B) KONULARIN IŞLENİŞİNE GÖRE ROMANLAR:
1 – Romantik Roman . Romantik akıma uygun olarak, duygu ve hayallerin ön plânda olduğu romanlardır.( İntibah”, “Eylül”, “Mai Ve Siyah” gibi )
2 – Realist Roman : Gerçekçi akıma uygun olarak gözlem ve deneyimin duygu ve hayalden daha ön plânda olduğu akımdır İlk örneği R. M. Ekrem’in “Araba Sevdası “.
3 – Natüralist Roman: Bilimsel araştırmalara bağlı kalarak kahramanlarını gözlemlerle seçen romanlardır.
5-TİYATRO
Tiyatro Nedir ?
Tiyatro, bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların sergilemesi amacıyla hazırlanmış gosteridir. Genel olarak temsil edilen eser anlamında da kullanılır. Tiyatro, bir sahne sanatıdır. Tiyatro eseri, olayları oluş halinde gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Yaygın hümanist bir deyişle tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı olarak ifade edilir.
Tiyatro eserinin diğer türlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini, izleyenin kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik gibi unsurların bütünlüğü söz konusudur.
Tiyatro metinlerine “oyun,” metinleri yazan kişiye oyun yazarı (müellif) ve oyunu sahnede canlandıran kişilere ”oyuncu” (ya da daha genel olarak tiyatrocu) denir. Ayrıca eserin sahnelenmesinde görev alan sahne amiri, dekor ve kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör gibi diğer yardımcı elemanlar da vardır.
Tiyatro, Yunanca theatron (θέατρον), yani “görme yeri,” sözcüğünden gelmektedir. Çünkü günümüzdeki anlamıyla çağdaş tiyatronun tarihi Bağ bozumu tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır.
Tiyatro Çeşitleri :
Tiyatro eserleri müziksiz (trajedi, komedi, dram) ve müzikli (opera, operet, müzikal, pandomim bale, revü, skeç) olmak üzere iki grupta toplanır. Edebi türler içinde en canlı ve yaşama en yakın olanı tiyatrodur.
Trajedi
Trajedi, kişilere korku, heyecan ve acındırma telkinleriyle ders vermek amacı güden en eski tiyatro çeşididir. Şiirsel olarak yazılması ve değişmez kurallara bağlı olması sebebiyle öbür tiyatro çeşitlerinden kolayca ayrılır. Yunan tanrısı Dionysos’un şenliklerinde yapılan yarışmalarda sahnelenen oyunlarla varolagelmiştir.
Klasik trajediler genellikle beş perdelik oyunlardır. Eski Yunan’da başlayan bu eserler 3 veya 6 perdelik olurdu. O zamanki tiyatrolarda dekor bulunmaz, ancak sahnenin bir köşesinde olayların sebep ve sonuçlarını anlatan bir koro yer alırdı.
Yine klasik trajedilerde, kahramanlar; kral, kraliçe, prenses, eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerden seçilirdi. Orta tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmazdı. Kahramanları arasında geçen olaylar insanların ruhsal zayıflıklarını, tutkularını, iradeye bağlı yüce davranışlarla çakıştırırdı. Özellikle karakterlerin bir “katharsis”, yani arınma sürecinden geçmeleri gerekirdi. Bu da ancak farkında olarak ya da olmadan kahramanın büyük bir hata yapması, bu nedenle acı çekmesi ve bu süreç sonunda arınmış olarak doğru bir özü bulmasıyla olabilirdi.
Klasik trajedi Aristoteles tarafından kuramsallaştırılmıştır. Bu kurama göre olay, zaman ve çevrede birlik demek olan ”üç birlik kuralı” benimsenmiştir. İç içe girmiş karışık olaylar bulunmaz. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın ön ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektikçe konunun ağzından halka duyurulur. Buna “olay birliği” denir. Trajedi olayının bir günde (24 saat) olup bitmiş gibi gösterilmesine “zaman birliği”, tek bir şehrin belli bir köşesinde başlayan olayın yine orada bitmesine de “çevre(mekan) birliği” denir.
Trajedilerde parlak söylevleri andıran yüksek ve asil bir üslup kullanılır. Kaba, çirkin ve niteliği düşük sözler bulunmaz. Trajedi şairleri mısralarının derin manalı ve bilgelik dolu olmasına önem vermişlerdir
Trajedilerde kadere, ahlak, töre ve geleneklere üstün bir değer verilmiştir. Trajedinin amacının, “insanın acılarının ifade edilerek seyircilerin ruhunda korku ve merhamet uyandırılması” olduğu kabul edilmektedir. Bazı klasik trajedi örnekleri, Aiskhylos’un Titan Prometheus’un hikâyesini anlattığı Zincire Vurulmuş Prometheus’u, Sophokles’in Kral Oidipus’u ve Euripides’in Andromakhe’ı sayılabilir.
Yunan ve Roma dönemi trajedilerinin kuramsallaştırdığı bu kurallar daha sonra modern tiyatroda değiştirilmiştir. Bazı oyun yazarları özellikle bu kurallarla oynayarak farklı türler yaratmıştır. Bunlara örnek olarak Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro verilebilir.
Dram
Trajediyle komediyi bir araya getiren tiyatro çeşididir. Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayışını veya sadece hayatin gülünç taraflarının sahneye konmasını yeterli bulmayarak hayatı birçok tarafıyla temsil etme arzusundan doğmuştur.
Komedi
Bir konunun komik yönlerini vurgulayarak sahneye konmasıdır. Günümüzde kalıpları aşmış ve komediden yola çıkarak absürd komedi türüne de yol açmıştır.
Dram, düzyazı ve şiirsel halde yazılabildiği gibi üç perdeden beş perdeye kadar olabilir. Üç birlik kuralını tamamen reddeder. İnsani temalardan çok toplumcu ve milli konuları işler. Konular da çok çeşitli olabilir. En kanlı ve çirkin, ya da gerçekçi olayları seyirciye göstermekten çekinmez.
Konuları tarihten ve hayatın acıklı veya gülünç, çirkin veya güzel hemen her olayından alınabilen dramda kader, umut, neşe, kuşku, tasa, facia ve komik davranışlar bir arada bulunabilir. Kahramanları her sınıftan (halk – soylu ayrımı gözetmeksizin) seçilebilir. Her türlü karaktere yer verilir. Dram eserleri gerçekleri göstermeyi amaçlamışlardır.
Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline “piyes”, duygulandırıcı ve fazla heyecan verici olanına “melodram” denir. Melodram müzikli oyun demektir, yalnız günümüzde müzik kısmı atılmıştır. Bununla birlikte yine dram türlerinden olan “feeri” ise bir masalın sahneye konulmuş şeklidir. Kahramanları cin, peri, dev gibi düşsel varlıklardır. Olayın geçtiği yer ve zaman belli değildir.
Opera
Opera insanların konuşmak yerine tiyatro oyununu şarkı söyleyerek sahneye koymasıdır…
Pandomim
Düşünce ve duyguları müzik veya türlü eşyalar eşliğinde bazen dansla, bazen de gövde ve yüz hareketleriyle yansıtmayı hedefleyen sözsüz oyun türüdür. Yüz mimikleri, el, kol ve beden hareketleri kullanılarak tema anlatılmaya çalışılır. Pandomim (mim), evrensel bir tiyatro dili sayılır.
Tuluat
Tiyatro türlerinden biri. Sanatçılar, oynadıkları eserin konusuna bağlıdırlar; ama oyundaki sözleri içlerinden geldiği gibi söyleyerek, doğaçlama yaparlar. Yazılı esere uymak mecburiyetleri yoktur. Perdeli orta oyunu da denir. [1]
Operet
Sözlerinin müziksiz kısımları müziklerden çok olan tiyatro eserlerdir. Halka hitap etmek için yazılır. Operetlerde renk, ışık, kıyafetler ve dans en göze çarpıcı şekilde kullanılır.
Bale
Müzikli, dansın daha çok öne çıktığı, daha çok lirik ve dram arası bir temada oynanan oyunlardır. Diğerlerine nazaran estetiğe daha çok önem verilir.
Revü
Olaylı eleştirili yapılan tiyatro türüdür.konu açısından bir bütünlüğü olmayan, birbirlerine gevşekçe bağlanmış, kendi başlarına anlamlı olan, tablolardan kurulu, ezgi monolog. skeç,dans ve karşılıklı nükteli konuşmalardan oluşan bir gösteri biçimi.
Skeç
Beş-altı dakikaya sığdırılan tablolar şeklinde kısa, müzikal oyunlardir. Bir çeşidi de radyo skeçleridir. İnsanların oynamaktan hoşlandığı bir sahnelemedir.
6-ŞİİR
Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır.
Şiiri düz yazıdan ayıran ölçü, mısra, ahenk gibi unsurlar vardır.
Nazım (şiir) biçimindeki yazılara "manzum"; Nazım parçalarına da "manzume" denir
ŞİİR TÜRLERİ
LİRİK ŞİİR
Aşk, ayrılık, hasret ve özlem gibi konuları işleyen duygusal şiirlerdir.
*Duygu, coşku ve akıcılık söz konusudur.
*Gazel, şarkı koşma, semai lirik şiire örnektir.
PASTORAL ŞİİR
Doğa güzelliklerini, kır ve doğa sevgisini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban yaşamını, bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. Şair doğa karşısındaki duygularını anlatıyorsa "idil", bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatıyorsa "eglog" adını alır.
EPİK ŞİİR
Destansı özellikler gösteren şiirlerdir.
*Kahramanlık, yiğitlik gibi konular işlenir.
Okuyanda coşku yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır.
DİDAKTİK ŞİİR
Bilgi vermek, öğretmek, öğüt vermek gibi öğretici amaç taşıyan şiirlerdir.
*Ahlakilik hakimdir.
*Kuru bir üslubu vardır.
*Manzum hikayeler ve fabllar hep didaktiktir.
SATİRİK ŞİİR
Toplumdaki çeşitli düzensizlik ve bozuklukları yeren, taşlayan şiirlerdir.
Halk edebiyatında "taşlama",
Divan edebiyatında "hiciv" denir
DRAMATİK ŞİİR
Tiyatronun manzum şekline denir. Dramatik manzume, karşılıklı konuşma şeklinde yazılan manzumelerdir.
ŞİİR BİLGİSİ
MISRA (DİZE)
Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir.
BEYİT (İKİLİK)
Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.
ÖLÇÜ (VEZİN
Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.
HECE ÖLÇÜSÜ:
Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.
ARUZ ÖLÇÜSÜ
Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.
İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.
Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.
SERBEST ÖLÇÜ:
Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.
REDİF
Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.
*........uzakta
*........plakta
KAFİYE
Şiirde mısra sonlarındaki ses benzerliklerine denir. Kafiyeyi oluşturan eklerin ya da kelimelerin; yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı olmalıdır.
*...........derinden.
*...........kederinden.
KAFİYE ÇEŞİTLERİ
YARIM KAFİYE:
Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
*............dizildi
*............yazıldı.
TAM KAFİYE:
İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
*.........karanlık
*.........artık
ZENGİN KAFİYE:
Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
*........... yolculuk
*........... soluk
CİNASLI KAFİYE
Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir
*...........vakit çok geç
*..........nasıl geçersen geç.
KAFİYE ÖRGÜSÜ
DÜZ KAFİYE: "a a a b" ya da
"a a b b" olmalı.
ÇAPRAZ KAFİYE: "a b a b" olmalı.
SARMA KAFİYE: "a b b a" olmalı.
3.ÜNİTE SÖZLÜ ANLATIM 1.KONFERANS 2.AÇIK OTURUM 3.SEMPOZYUM 4.FORUM 5.MÜNAZARA
1-
KONFERANS
· Bilim ve sanat konularında, yazar, bilim adamı, sanatçı ve düşünürlerin, bir konu hakkında derin bilgisi, görüşleri olan kimselerin, özel toplantılarda dinleyicilerine karşı düşüncelerini, bilgilerini açıklamak, öğretmek amacıyla yaptıkları konuşmalardır.
· Konferans veren kişiye konferansçı adı verilir.
· Konferansta bilgilendirme amacı ağır basar.
· Bilimsel bir düşünceyi, akademik bir konuyu, orijinal bir görüşü anlatmak, bir tezi savunmak konferansın en belirgin amacıdır.
· Konferanslar; genellikle bir topluluğa, bir kitleye, bilim, teknik, düşünce ve sanat öğeleriyle ilgili konuları açıklar. Her türden kompozisyonda olduğu gibi, konferansta “konunun ilgi çekici olması, birlik, açıklık, ses, güzel Türkçe, dinleyenlerin sabır dereceleri” dikkat edilecek temel kurallardır.
· Bir konferansın başarılı geçmesi için konferansçının önceden iyi bir hazırlık yapması gerekir.
· Konferansa başlamadan önce bir takdim konuşması yaparak konferansın konusu kısa ve özlü olarak tanıtılır.
* Konferans plânı şöyle düzenlenebilir:
(a) Hitap cümlesi.
(b) Konunun sunuluşu.
(c) Konferansın amacı.
(ç) Konunun açılması ve anlatılması.
(d) Sonuç.
(e) Sorular ve cevaplar
* İyi bir konferans verebilmek için şu ilkelere uyulmasında yarar vardır.
o İyi bir plan yapılmalıdır.
o Konferans metni hazırlanmalı fakat metne bakmadan konuşmak daha doğru olur.
o Düşünceler görüşler açıkça belirtilmelidir.
o Anlatımda dil bilgisi kurallarına uyulmalı, kısa cümleli,, yalın, duru, akıcı bir dil kullanılmalıdır.
o Dinleyicilerle göz bağlantısı kurulmalıdır.
o Ses tonu konuşmanın akışına göre ayarlanmalıdır.
o Dinleyicilerin ilgisini dağıtacak davranışlardan sakınılmalıdır.
o Kılık kıyafete özen gösterilmelidir.
2-AÇIK OTURUM
Ø Konusunda uzman kişilerin bir masa çevresinde toplanarak tartışmasına Açık Oturum denir.
Ø Açık oturumda tartışılacak konu, toplumun tümünü ya da bir bölümünü ilgilendirmelidir.
Ø Açık oturum; bir salonda izleyici önünde ya da televizyon ve radyoda dinleyici önünde yapılmaktadır.
Ø Açık oturumda izleyicilerin sorularını almak ve cevaplamak da mümkündür. Bu takdirde açık oturum, "forum" a dönüşmektedir. Televizyon ve radyodan tartışmayı izleyen kişiler, açık oturuma telefon sorularıyla katılabilir.
Ø Açık oturumda, değişik görüşlerin eşit oranda temsil edilmesi temel ilkedir, tartışmayı bir başkan yönetir
Ø Açık oturum bir "başkan" tarafından yönetilir. Başkan;
o Konuyu belirler,
o Konuşmacıları tanıtır,
o Konuşmacılara sırasıyla söz verir,
o Konu dışına çıkan ve zamana uymayan konuşmacıları uyarır.
o Tartışma sırasında meydana gelebilecek tatsız ve çirkin saldırıları önler,
o Oturum sonunda ise, ortaya çıkan karşıt ya da aynı düşünceleri özetleyerek oturumun genel değerlendirmesini yapar.
Ø Bu nedenle, başkan, açık oturumdan önce plân yapmak zorundadır. Başkan, açık oturumun temel öğesidir.
Ø Açık oturumda bir yarışma havası yoktur.
Ø Oturuma katılacak kişilerin konularında iyi hazırlanmış olmaları açık oturumun kalitesini artırır.
Ø Konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini özenle dinleyip, gerekli notu alırlar. Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine katılmadıklarını nedenleri ile birlikte belirtirler.
Ø Ayrıca, konuşmacıların diğer konuşmacılar ve izleyiciler karşısında saygılı olmaları da çok önemlidir.
3-
SEMPOZYUM: Toplumu yakından ilgilendiren herhangi bir konu ya da olay hakkında dinleyiciler karşısında farklı uzman kişilerin konu ya da olayla ilgili yaptığı seri konuşmaların bütününe sempozyum denir.
Sempozyum, diğer konuşma türlerine göre daha ilmi ve ciddi bir sohbet havasında geçer. Konuşmacılar konuyu kendi ilgi sahaları açısından ele alır. Sempozyumda bir başkan ve üç ile altı arasında değişen üyelerden oluşur. Üyelerin konuşma süreleri 15-20 dakikayı aşmaz. Konunun uzunluğuna göre sempozyum iki oturum veya iki gün sürebilir.
Sempozyumdaki amaç, konuyu tartışmak değil, konunun ilgili kişiler tarafından olumlu veya olumsuz yönlerinin ortaya konulup çözüme götürülmesidir. Sempozyumun sonucunda başkan konuyu özetleyerek çıkan sonucu dinleyicilere aktarır.
4- FORUM
· Panel gibi bir toplu tartışma türüdür. Belli bir konuda ortaklığı bulunan bir grubun, ortak sorunlarının çözümlenmesinde görüş birliğine varmak üzere düzenlenen toplu tartışmaya forum denir.
· Forum, panelin devamında yapılacaksa başkan, panelin süresini bir saat, forumun süresini de yarım saat olarak sınırlayabilir. Bu durumda panelden sonra forum yapılacağı konuşmalara başlanmadan duyurulmalıdır.
· Forum, toplu tartışmaların başlı başına bir çeşidi sayılmamakla birlikte, dinleyicilerin konu üzerinde daha aktif ve farklı bakış açılarıyla düşünmelerini sağlar.
· Genellikle grup başkanı denilen bir kişi tarafından yönetilen forumda, topluluğun her üyesinin konuşmada ve görüşlerini bildirmede eşit hakkı vardır.
· Forum sonunda, tartışma konusu olan sorunun çözümünde tutulacak ortak yolun belirlenmesi amaçlanır.
· Esasen forumdan amaç belli kararlara varmak değil, konuyu değişik anlayışlarla, farklı boyutlarıyla ortaya koymaktır.
· Forumda başkanın hem konuşmacıları hem de dinleyicileri yönetmesi daha güçtür. Bu bakımdan forum başkanının yönetmede ve konuşmada yetenekli ve birleştirici olması gerekir.
· Forumda söz alan dinleyiciler, konuyla ilgisi olmayan özel sorunlarına değinmemelidir. Sorular kısa, açık ve net olmalı, tartışma saygı kuralları içerisinde, kırıcılıktan uzak, samimî bir hava içerisinde yapılmalı, tartışmadan beklenen amaca yardımcı olunmalıdır.
· Foruma davet edilen uzmanların görüşlerine de müracaat edilerek ortaya çıkabilecek yanlış anlayışların önüne geçilir.
5- MÜNAZARA
Herhangi bir konu üzerinde zıt düşüncelerin karşılıklı olarak savunulmasına Münazara denir.
Münazaranın Özellikleri
Ø Münazara bir anlamda konuşma yarışmasıdır. Taraftarı az olan bir düşünce, iyi savunulduğu zaman çok kişi tarafından takdir edilebilir.
Ø Münazara için genellikle üçer ya da dörder kişilik iki grup kurulmalıdır. Gruplardan birisi işlenecek konuya olumlu, diğeri ise olumsuz yönden savunmalıdır. Yani, bir grup "sav", diğer grup ise "karşı sav" i almalıdır.
Ø Münazarada önemli olan, birbirine karşıt görüşlerin güçlü bir biçimde savunulması, kanıtlanmasıdır.
Ø Görüşünü savunan grup, savların doğruluğunu, geçerliliğini örneklerle rakamlarla ve çeşitli araçlarla kanıtlamaya çalışırken; karşı grup da onların görüşlerini çürütmeye, geçersiz duruma getirmeye çalışır.
Ø Münazara için gruplar önceden şu hazırlıkları yapmalıdır:
o Konuşmacılara, araştırma için en az 2–3 hafta süre verilmelidir.
o Konu ile ilgili bilgi, birikim ve deneyimler saptanmalıdır.
o Kitap, ansiklopedi, öğretmen ve diğer kaynaklara başvurarak eksikler tamamlanmalıdır.
o Savunma için gerekli her türlü belge, örnek, kaynak vb. toplanmalıdır.
o İki grup da kendi aralarında iş ve konu bölümü yapıp münazara gününe kadar hazırlıklarını tamamlamalıdır.
Ø Münazara yapacak kişileri değerlendirecek bir "jüri" seçilmelidir. Jüri, ya başlangıçta ya da münazara yapılacağı gün seçilebilir.
Ø Münazaraya katılacak kişilerle, jüri üyeleri münazara tekniği konusunda bilgilendirilmelidir.
Ø Münazarada yazılı metne bakarak okuma olmaz. Savunulan konu; sözlü ele alınmalıdır. Konuşmacıların, konularını bir kâğıda yazıp okumaları çok yanlıştır.
Ø Münazarada etkili savunmanın önemli olması gibi, belli zaman içinde konuşmak da önemlidir.
Bu nedenle konuşmacılara eşit zaman dilimleri verilmelidir. Bu zaman, genellikle 5–15
dakikadır.
Ø Konuşmacılar; konularını savunurken izleyicilerin büyük bir sessizlikle konuları dinlemesi gerekmektedir.
Ø Konuşmacıların tutarsız bir düşüncesi, yanlış yerde yapılmış bir mimik hareketi izleyicilerde tepkiye neden olmamalıdır.
Ø İzleyiciler savunulan düşüncenin doğruluğunu ya da yanlışlığını onaylayacak davranışlardan uzak durmalıdır. Ancak, böylece jürinin doğru ve tarafsız değerlendirmesi mümkün olur.
Jürinin, değerlendirmede dikkat edeceği özellikler:
a)Türkçeyi kullanma gücü. (Diksiyon, vurgu, tonlama, kelime hazinesi, cümle kurma vb.)
b) Jest ve mimikleri ( El, kol ve yüz hareketlerini) yerinde kullanma.
c) Savunmada inandırıcı olma. (Belgeler, istatistikî bilgiler, resimler, gazete ve dergi haberleri, güncel olaylarla örnekleme vb.)
ç) Konuşmacıların fizikî özellikleri. (Temiz ve düzenli kıyafet, saç, sakal tıraşı vb.)
Ø Münazara;
o Düşünme gücü kazandırır.
o Düşünceleri; anlamlı, düzgün, kurallı, eksiksiz cümlelerle anlatarak dinleyiciler karşısında konuşma ve karşıt görüşler önünde savunma yeteneği kazandırır.
o Eleştirme yeteneği kazandırır.
o Araştırma ve öğrenmeye yöneltir.
Ø Münazara Değerlendirme Örneği
o Kılık kıyafet, söze başlama, saygı
o Konuşmacıların iyi hazırlanıp hazırlanmadığı
o Birikimlerini değerlendirmedeki başarıları
o Fikirlerinde çelişkiye düşüp düşmedikleri
o Sıkıştırıldıklarında bocalayıp bocalamadıkları
o İkna yetenekleri
o Anlatımın iyi olup olmadığı
o Süreyi uygun kullanma
o Karşı düşünceleri çürütme yeteneği
4.ÜNİTE BİLİMSEL YAZILAR
Bilimsel yazı bilgiyi öğretme doğruluk ve yenilik için yazılan yazı türüdür. Kendine özgü bir anlatım tarzıdır. Yazı dile dayanır. Dil ortak anlaşma aracıdır. Belli kural ve tekniklere dayanarak yazılan bir yazı amacına ulaşabilir. Bilimsel yazı deneme veya edebiyat değildir ancak dile dayandığı için sıkıcı veya anlaşılamaz olmamalıdır. Görüşler sağlam kaynaklara dayandırılmalı ve gösterilmelidir. Bilimsel yazı birkaç sayfalık bir makale olabileceği gibi birkaç yüz sayfalık kitap da olabilir. Esas itibariyle teknik aynıdır. Yazının metinle uyumlu bir ismi olmalıdır. Çoğu zaman okuyucu kitabın ismine bakar. İsim metinle aynı değil veya iddialı ise aradığını bulamaz. Mesela Osmanlıda Tıp araştırması yapan yazarın kitabına Osmanlıda İlimler başlığını koyması uygunsuzdur. Uzun yazıları burada kitap diye belirteceğiz. Yazar kitabını bir otoritenin sunuşu ile açabilir. Buna takdim takriz sunuş denir. Sonra önsöz yahut mukaddime bölümü gelir. Burada yazar eserinin yapısını amacını tanıtır. Buna söze başlarken de denebilir. Önsözün ardından kısa veya uzun bir Giriş bölümü gelir. Girişte kitabın iskeleti anlatılır. Konular açıklanır bilgi verilir. Buna methal de denir. Girişten sonra gövde bölümü gelir. Burada numaralandırma esası şöyledir: I A 1 a (1) (a) i ii… Ana bölümlendirme Kısımlar ve Bölümler şeklindedir. Gövde metni bittikten sonra Sonuç eklenir konu özetlenir neyin savunulduğu ve neyin ortaya çıktığı kısaca açıklanır. Kitap Sonuçtan sonra Ekler Kronoloji Bibliyografya İndeks ile biter. Kitabın başında yazarın biyografisi künyesi teşekkür kısaltmalar resim ve şekil cetveli yer alır ki bunların çoğunu yayıncı yapar.
Teknik
En çok kullanılan üç yazı tekniği vardır: APA MLA Chicago.
Türkiye’de kullanılan karma usuldeki standart şudur: Yazar adı Eser adı Çeviriyse çevirmeni Yayınevi Yer ve tarih.
Mesela Vikipedi hakkında Ahmet Sezer adlı yazarın kitabı şöyle gösterilir: Ahmet Sezer Vikipedi İstanbul 2006.
Burada araya giren ve ençok karıştırılan cilt sayfa ve basımdır. Bunlar şöyle gösterilmelidir: Ahmet Sezer Vikipedi Viki Yayınları C.1 İstanbul 2006 s.1. Eser çeviriyse eser adından sonra çevirmeni yazılır. Parantez kullanılmaz. Araştırma bir dergide çıkmışsa format şudur: Ahmet Sezer Vikipedi Viki dergisi Sayı:1 s.1.
Yazının kaynakları metinde nasıl gösterilir?
Bunun yaygın iki metodu vardır:
Birincisi açıklanan görüş daha önce söylenmişse yeni bir cümleyle anlatılsa dahi üzerine gönderme numarası konulmalıdır. Yahut kaynağı doğrudan alıntılamak ve üzerini numaralandırmaktır. Buna sayfa altı dipnotu metodu denir. Numaralar sayfa altında sıralanıp kaynaklar yazılır. Burada yazar ismi soyadından önce gelir kitabın sonundaki soyadı sırasıyla karıştırılmamalıdır.
İkinci gönderme metodu yaslanan görüşün veya alıntının yanına parantez açarak yazarın adı ve yayının tarihi verilir: (Sezer: 2006) gibi. Bunun yukarıdakinden farkı dipnotlarının bölüm sonlarında verilmesidir ancak sayfa altı dipnotu yaygın olduğu üzere bu metod kullanılmayıp doğrudan metinde göndermeler numaralandırılsa da olur.
Doğruluk
Girişte belirtildiği gibi bir yazar daha önce başkalarının söylediklerini belirtmek zorundadır. Bu bilimsel namustur. Eğer başkasının görüşlerini alır ve gönderme yapmazsa bilimsel hırsız durumuna düşer. Buna intihal denir. Tesadüfen iki yazar aynı görüşü söylemiş olabilir mi? Eskiler buna tevarüd derdi. Olabilir ancak bilerek başkasının görüşlerini kendine mal etme zaten bilimsel ağda belli olur.
Dil
Bir yazarı olduran yahut öldüren dilidir. Mükemmel bir düşünce berbat bir dil yüzünden anlaşılmaz okunmaz. Tersi de mümkündür çok parlak cafcaflı bir dille yazılmış ve bilimsel diye sunulmuş boş eserler görmek mümkündür. Yazar ulusal dili okulda öğrenir ama bilimsel dili öğrenmesi yıllarını alır. O yüzden bilimsel yazı yazmak kolay değildir. Yazarın anadiline hâkim olması ön şarttır. Dilbilgisi ve yazım yanlışları düzeltilebilir ama mantık hataları düzeltilemez. Bilimsel yazı jargondan kaçınmalıdır. Jargon Websters’daki tanıma göre; karışık anlamsız acayip ilkel dil-teknik terminoloji-gizemli dolaylı uzun kelimelerle önemli hissi veren dil. Türkçe’de yazı dilinde -dili geçmiş zaman kullanılır -mişli geçmiş zaman bürokratik bir dil olduğundan artık pek az araştırmada yer almaktadır. Görüşler ifade edilirken eskiden Bizli anlatım yaygındı bugün kimse biz bu hususta şöyle düşünüyoruz gibi çoğul bir ifade kullanmaz.
Kaynakça
Kaynakça yararlanılan kaynakların dökümüdür. Metinde gönderme yapılan bütün kaynaklar sıralanmalıdır. Hangi kaynağın nasıl kullanıldığı yazarın inisiyatifindedir ancak metinde bahsi geçmeyen kaynakların gösterilmesi lüzumsuzdur ve okunduğu zannını vermek itibariyle ahlaki değildir. Bibliyografya yazar soyadına göre alfabetik yapılır
Derleyen:
Halil AKPINAR
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
http://www.halilakpinar.net
1.ÜNİTE SANAT METİNLERİNİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ
2.ÜNİTE SANAT METİNLERİ
FABL – MASAL- HİKAYE (ÖYKÜ)- ROMAN- TİYATRO -ŞİİR
3. ÜNİTE SÖZLÜ ANLATIM
1.KONFERANS
2.AÇIK OTURUM
3.SEMPOZYUM
4.FORUM 5.MÜNAZARA
4.ÜNİTE
BİLİMSEL YAZILAR
1.ÜNİTE SANAT METİNLERİNİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ
Sanat eserlerinin ortaya çıkmasının birçok sebebi vardır. Sanatçı kendini diğer insanlara anlatabilmek için çeşitli yollar denemiştir çağlar boyunca. Kendini anlatma çabası, sanatçının zihninde ortaya çıkmış, bu isteği giderebilmek için de çeşitli yollar denemiştir. İşte onun bu denediği yollar daha sonra sanatların ve sanat eserlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Edebiyatta bir gelenek vardır. Sanatçılar, yaşadıkları çağın duygu, düşünce vb. anlayışlarını içine doğdukları toplumda hazır bulduklarından, geleneksel olarak yüzyıllarca işlenen bir edebiyat geleneğine de sahip olacaklardır. Sanatçılar, yaşadıkları döneme göre değerlendirilirler sözü de bu anlamda doğrudur. Sanatçı, yaşadığı dönemin değer yargıları, duygu ve düşüncelerine göre değerlendirilirler.
Bir milletin ilerleyip yükselmesi için sanat ve bilim alanında yenilik düşüncesine açık olmaları gereklidir. Bir millet sanat ve bilim alanında ilerleyebiliyorsa, o millet daima yükselebilir.
Sanat Metinleriyle Öğretici Metinler Arasındaki Farklar
SANATSAL METİNLER
ØOkuyucuya estetik zevk vermek amacıyla yazılır. Güzellik esas alınarak yazılmıştır.
ØBilgilendirme amacı yoktur.
ØOkuyucuda merak uyandırır.
ØDil sanatsaldır, üslup kaygısı vardır.
ØÖyküleyici ve betimleyici anlatım türüyle kaleme alınır.
ØKişi, zaman, mekân, tarih değiştirilebilir.
ØOlaylar gerçek ya da kurmacadır. Gerçekler kurgulanarak anlatılır.
ØHayallere ve mecaz anlatımlara yer verilir.
ØSamimi, süslü ve mecazlı dil kullanılır.
ØDil şiirsel işlevde kullanılır.
ÖĞRETİCİ METİNLER:
ØOkuyucuya vermek amacıyla yazılır.
ØKurgu değildir, gerçekler dile getirilir.
ØGerçeklik ön plandadır.
ØAçıklayıcı anlatım türüyle kaleme alınır.
ØResmi, açık ve sade bir dille yazılır, üslup kaygısı yoktur.
ØSanat kaygısı taşımaz.
ØDil göndergesel işlevde kullanılır.
2.ÜNİTE SANAT METİNLERİ
FABL – MASAL- HİKAYE (ÖYKÜ)- ROMAN- TİYATRO –ŞİİR
1-FABL
* Kişileri genellikle hayvan, bitki ve cansız varlıklar olan, ders verir nitelikli, kısa masalımsı öykülere fabl denir.
* "Fabl" sözcüğünün kökeni Latince "hikâye" manasına gelen "fabıla"dır. Fakat bu sözcük zamanla bir ahlâk ilkesi veya davranış kuralını anlatan kısa sembolik (simgesel) bir hikâye türünün adı olmuş
* Bu tür hikâyelerin, kahramanları çoğunlukla hayvanlardır. Hikâye kahramanı bu hayvanlar, kendi özelliklerini korumakla birlikte insan gibi konuşurlar. Esasen "fabl" bu özelliği nedeniyle masalımsı eserler arasında yer alır.
* Fabllar hem nazım, hem nesir biçiminde olurlar.
* Fablın sonunda her zaman bir ahlâk dersi (kıssadan hisse) vardır. Bu ders kısa, açık ve doğru olmalıdır ve mutlaka öykünün doğal bir neticesi gibi görülmelidir.
* Fabllar teşhis ve intak sanatları üzerine kurulmuştur.
* Fabllarda öğretici (didaktik) bir amaç güdülür, gündelik hayatla ilgili dersler ve öğütler verilir. Okurlar çoğu zaman verilen dersin veya öğüdün ne olduğunu anlamakta zorluk çekmezler. Çünkü bu ders veya öğüt eserin bir yerinde, çoğu defa sonunda, bir atasözü ya da özdeyiş biçiminde açıkça belirtilir. Fabllarda basit ahlâk ilkelerine değinildiği gibi insanların birçok kusurlu yönüne de dikkat çekilir.
* Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasında geçen iyi-kötü, cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü... vb. çatışmalar; bu niteliklerin yakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.
* Fabllar aracılığıyla kanaatkârlık, özveri, yardımseverlik, iyi niyet gibi olumlu davranışlar çocuğa kazandırılabilir. Özellikle 8-12 yaş grubu çocuklar fabl okumaktan ve dinlemekten büyük zevk alırlar. Kanaatkârlık, tamahkârlık, kıskançlık, paylaşımcılık gibi çocuklar tarafından anlaşılması güç kavramların somut olaylarla anlatılması sebebiyle çok önemli bir eğitim aracı olarak kabul edilmelidir.
Kişilerin ve çocukların yakınlık duyduğu sevdiği varlıklar olduğu için fabllar, çocukların ilgisini çeker. Öykülemenin kısa oluşu da çocukların fabllara duyduğu ilginin bir başka sebebidir. Sıkmadan verilen öğütler, bu nedenle çocukların eğitiminde yararlı olur.
* Fabllar eğlendirici ve sevimlidirler.
* Dramatizasyona uygun oluşları anlatımlarındaki hareketliliği eyleme dönüştürmeye yardımcı olur. Böylelikle yaşayarak öğrenmeye uygundurlar.
* Fabllar olay anlattıkları için bir başka şiiri okumaktan ya da ezberlemekten daha çok çocukların ilgisini çeker.
* Fabllar insan belleğinde çok kolay saklanabilen ve ortaya çıkarılabilen özelliklere sahip olduğu için sözlü gelenek içinde de yaşatılabilmektedir.
* Bütün uluslarda ortak bir nitelikte olan fabllar basit, pratik ahlâk ilkeleridir.
Fablın Öğeleri
Fablın dört ögesi vardır: kişiler, olay, zaman, yer.
Kişiler: Fablin konusu olan olay, kişileştirilmiş en az iki hayvanın başından geçer. Bunlardan biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri kötü ahlâklı bir tipi canlandırır.Fabllerde ikinci derecede kişiler çok azdır, bazen yoktur. Kişi betimlemesi yoktur.Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu kurnaz insan yerine koyarız; arslan varsa cesaretine güvenen biri yerine koyarız. Kısa olay bile bütün yönleriyle değil, yalnızca fable konu olan yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu çözümlemelerine yer verilmez.Fabllerde bir de anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin de betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti verilmez. Anlatıcı kahramanları izler, dersini alır. Böylece dinleyen ile aynı görüşü paylaşır.
Olay: Fablın konusu insan başına gelebilecek her hangi bir olaydır. Olay,kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme, istek, özlem, öfke, korku... gibi tutkuya dönüşmüş duygularından doğar. Fablın gövdesini bir olay oluşturur, asıl önemli olan fablın anlatılış nedenidir. Buna "ders" denir.
Yer: Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir: Orman, göl kenarı,yol... gibi. Olayın geçtiği yer olayla birlikte değişebilir.
Zaman: Her olay gibi fabldeki olay da bir zaman diliminde geçer. Kronolojik zaman kullanılır.
Fablın Bölümleri
Fabl plânı dört bölümdür: Serim, düğüm, çözüm, öğüt.
Serim: Olayın türüne, çıkarılacak derse göre kişileştirilmiş hayvanlar ve çevre tanıtımının yapıldığı bölümdür.
Düğüm: Olay o çevrede verilmek istenen derse göre gelişir. Kısa ve sık konuşmalar vardır. Hemen birkaç konuşma ile olay düğümlenir
Çözüm: Olay beklenmedik bir sonuçla biter. Fablın en kısa bölümüdür.
Öğüt: Ana fikir bu bölümde öğüt niteliğinde verilir. Bu bölüm kimi zaman başta, kimi zaman sondadır. Kimi zaman da sonuç okuyucuya bırakılır.
Fabl Türünün Gelişimi
* Batıda ve dünyada ilk fabl yazarı olarak Frikyalı Aisopos (Ezop) gösterilir. Ezop’un M.Ö. 620-650 yılları arasıda yaşadığı ve baskıcı bir yönetim yüzünden düşüncelerini küçük hayvan hikâyeleri ile anlattığı söylenmektedir. Ezop'un fablları MÖ 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir.
* Doğuda ilk fabl örneklerine eski Hint edebiyatında MÖ 200 yıllarında Pançatantra masallarında rastlamak mümkündür. Ancak çok daha sonraki yüzyıllarda (MS 100-150) ortaya çıkan bu eserin yazarının kim olduğu ve hangi yıllar arasında yaşadığı henüz bilinmemektedir. Bu türün diğer örneği ise MS 300 yılında Beydaba tarafından meydana getirilmiştir. Beydaba, Kelile ve Dinme adlı eserini Debşelem adlı Hint hükümdarı zamanında yazmış ve ona sunmuştur.
* La Fontaine, Ezop’un ve Beydaba’nın Latinceye çevrilmiş eserlerinden ve yine kendisinden önce yaşamış, Phaedrus, Planudes, Edmund Spenser gibi şairlerden yararlanarak Fabl türünde usta eserler meydana getirmiştir.
* Fars edebiyatında 8.-14 yüzyılda yaşamış ve toplumsal eleştirileriyle ilgili eserler kaleme almış olan ünlü mizahçı Ubeyd-i Zakanî ve 11/16. yüzyılda hayatını sürdürmüş olan Muhammed Bakîr Meclisî’nin Fare ile Kedi (Muş u Gurbe) adlı eserleri vardır.
* Sadî’nin Gülistan ve Bostan adlı eserlerinde hayvan hikâyelerini anlatan bir çok örnek mevcuttur.
* James Thurber ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır.
Türk Edebiyatında Fabl
* Türkçedeki ilk örneği Harname'dir.
* Ahmet Mithat, Kıssadan Hisse adlı eserini ahlakî gaye güderek yazmıştır. Bu eserde yazar, Ezop’tan, La Fontaine’den yapmış olduğu çevirilere ve kendi yazmış olduğu fabllere yer vermiştir
* Recaîzade Mahmut Ekrem, La Fontaine’den Horoz ile Tilki, Kurbağa ile Öküz, Karga ile Tilki, Meşe ile Saz, Ağustos Böceği ile Karınca gibi bir çok çeviriler yaparak bu alanda Türk Edebiyatına katkıda bulunuştur
* Ali Ulvi Elöve Çocuklarımıza Neşideler, adlı şiir kitabında La Fontaine, Victor Hugo, Lamartine’den yaptığı çevirilerin yanında, yine bunlardan esinlenerek yazdığı fabl türü şiirlere de yer vermiştir.
* Nabizade Nazım’ın Bir Sansar ile Horoz ve Tavuk adlı eseri vardır
* Tarık Dursun K.’nın fabl üzerine bir çok eseri mevcuttur. La Fontaine, Ezop ve Krilov’dan çeviriler yaparak yayınlayan yazar, hayvanlarla ilgili bir çok hikâye de yazmıştır.
* Nurullah Ataç, Orhan Veli Kanık, Ömer Rıza Doğrul, Kemal Demiray, M. Fuat Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk, Siracettin Hasırcıklıoğlu, Sebahattin Eyüboğlu fabl türü ile ilgilenmiş çeviri yapmış, araştırmalarda bulunmuşlardır.
2-MASAL
Olağanüstü olayların, olağanüstü kahramanlar aracılığı ile anlatıldığı, zaman ve mekân kavramları ile sınırlı olmayan sözlü anlatım türüne masal denir.
Masallar halk arasında anlatılan, sonradan bir yazar tarafından yazıya geçirilen, düz yazı şeklinde oluşturulmuş anonim bir türdür.
Masallarda yer ve zaman belli değildir. Masallarda çevre Kafdağı, Yedi Derya Adası, Yedi Yerin Altı ve Üstü gibi büsbütün hayalî ve gerçek dışı ülkelerdir. Zaman ve olaylar çok hızlı bir şekilde ilerler masalda.
Masallarda olaylar ve kahramanlar tamamen hayal ürünüdür. Kahramanlar insanüstü özellikler taşır ve tek boyutludur. Yani iyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. Masal sonunda iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Çünkü masallarda amaç, eğiticiliktir. Dinleyenlere bir konuda ders vermek, öğütte bulunmak için söylenir masallar.
Ayrıca masallarda sembolize tipler vardır:
Keloğlan - zekâ ve şans, köse - kötülük, Hızır - maneviyat, üvey anne - kötülük, üvey kız kardeş - kıskançlık, at - güç, cadı - kötülük, tilki - kurnazlık, vezir - kötülük...
Masalların kahramanlarını insanlar; padişah, tüccar, Keloğlan, oduncu, köse hayvanlar; at, tilki, güvercin, karga, âlet ve eşya; dağ, taş, mağara, kuyu, seccade, ayna, fasulye, soyut yaratıklar; dev, cin, peri, yalın düşünceler; akıl, zekâ, iyilik, kötülük, güzellik olabilir.
Masallar sözlü ürünlerdir, bu nedenle masalların anlatımı önemlidir. Çünkü dinleyeni masal dünyasına çekebilmek, anlatıcının ustalığına bağlıdır. Masalların dili halkın konuştuğu dildir.
Masallarda uzun betimlemeler ve psikolojik tahlillere yer verilmez. Masallar genellikle tek bir olaydan meydana geldiği için öteki edebiyat türlerine göre daha kısadır.
Masallar üç bölüme ayrılır. Birincisi "döşeme" denen başlangıç bölümüdür. Bu masala giriş kısmında, konuyla ilgisi olmayan sözler vardır: "Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellâl iken, pire berber iken..." Bu kısımla masalı anlatan kişi, dinleyicilerin dikkatini tamamen kendine çekmeye çalışır.
"Asıl masal" denen ikinci bölümde asıl olay ya da olaylar zinciri anlatılır. Kendi içinde giriş, gelişme, sonuç bölümleri vardır. "Dilek" denen üçüncü ve son bölümde başlangıçta olduğu gibi yine bir tekerleme vardır. Başlangıca göre buradaki tekerleme kısadır. Anlatıcı masalı güzel bir dilekle sonuca bağlar. Dilek kısmı kalıplaşmış birkaç sözden oluşur: "Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.", "Onlar ermiş muradına, darısı buradakilerin başına."
Türk masalları tarihin bilinmeyen bir devrinden beri sözlü gelenekte yaşamaktadır. Bu masalların toplanıp yazıya geçirilmesi 19. yüzyıldan sonra olmuştur. Türkiye'de halk ağzından derlenmiş en eski masal kitabı "Billur Köşk"tür. Cumhuriyet devrinde Pertev Nail Boratav, Ziya Gökalp, Tahir Alangu ve Eflatun Cem Güney masal üzerine çalışmalar yapmışlardır.
Masallar, halk masalları ve sanat masalları olarak ikiye ayrılabilir: Halk masalları toplumun değer yargılarını, anlayışını, kültürünü, dünya görüşünü yansıtan anonim ürünlerdir. Sanat masalları ise toplumda görülen aksaklıkları yermek, bir düşünceyi ortaya koymak gibi belli bir amaca yönelik olarak yazılan masallardır.
Halk masallarına benzetilerek ve aynı zamanda içlerine özel bir dünya görüşü konarak, belli yazarlar tarafından meydana getirilen masallara "yapma masal" denir. İngiliz yazar Oscar Wilde, Danimarkalı Andersen ile Fransız Lafontaine bu tür masallarıyla tanınırlar.
Dünya edebiyatında Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları, Türk edebiyatında ise Keloğlan Masalları çok tanınmıştır.
Masallarla destanlar birbirine yakın ürünlerdir. Bunların benzer ve farklı yönleri vardır. Masallar tamamen hayal ürünüdür. Destanlar ise toplumların tarihlerinde yaşadıkları çok önemli ve İz bırakan olaylardan beslenir. Masallar evrenseldir. Destanlar ise ulusaldır. Masallarda iyi insan, kötü insan gibi evrensel konular işlenirken, destanlarda bir toplumun tarihine ait ulusal değerler aktarılır.
Masal ile hikâye olay kaynaklı edebî metinler olması bakımından benzerlik gösterir. Hikâye, doğaüstü unsurlara yer vermediği oranda masaldan farklıdır. Ayrıca hikâye, anlatımı bakımından da masaldan ayrılır.
3.HİKÂYE (ÖYKÜ)
Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye denir. Önemli farklılıkları olmakla birlikte "küçük roman" şeklinde de tanımlanabilir.
19. yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse Daudet (1840–1897) ve Guy de Maupassant (1850-1893) gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın yetiştirdiği zamanın ileri gelen romancılarındandır.
Fransız hikâyeciliği Guy de Maupassant'ın izinden gelişmiştir.
Amerikan edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark Twain (1835-1910), O. Henry (1862-1910) ve bunları takiben John Steinbeck, Erskine Caldwel Batılı ünlü hikâyecilerdendir.
TÜRK EDEBİYATINDA HİKÂYE
Bizde, destanlar, halk hikâyeleri, ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. ve XV. Yüzyılda “Dede Korkut Hikâyeleri” ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır.
İlk hikâye kitabı, Emin Nihat'ın Müsameretnâme”sidir.
Bu kitapta toplanan hikâyelerin kuruluşu, işlenişi "Binbir Gece Masalları"na benzer.
XIX. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte Batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi “Letâif-i Rivayât (söylenegelen güzel şeyler) adlı eserini yazarak vermiş; “Kıssadan Hisse” ile bu türü geliştirmiştir.
Sami Paşazade Sezai: “Küçük Şeyler” adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur.
Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin’le kazanmıştır.
HİKÂYENİN UNSURLARI
• Olay: Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur.
• Kişiler: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.
• Yer: Olayın yaşandığı çevre veya mekândır.
• Zaman: Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür.
• Dil ve Anlatım: Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.
Anlatım ise üç şekilde olur:
Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “birinci kişili anlatım” ; yazarın ağzından anlatılanlar “üçüncü kişili anlatım”. Olaylara hâkim anlatım; “ilâhî bakış açılı anlatım”dır.
HİKÂYEDE PLÂN:
Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar:
• Serim: Hikâyenin giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır.
• Düğüm: Hikâyenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.
• Çözüm: Hikâyenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür
Ancak bütün hikâyelerde bu plân uygulanmaz, bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur. Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır.
HİKÂYE ÇEŞİTLERİ
Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde, kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikâye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir. Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre;
• OLAY (KLASİK VAK’A ) HİKÂYESİ:
Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir. Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için “Maupassant Tarzı Hikâye” de denir.
Maupassant Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü, hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir.
Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin’dir.
• DURUM (KESİT ) HİKÂYESİ:
Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir. Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz. Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikâye” de denir.
Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Hikâye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira, kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.
Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.
• MODERN HİKÂYE:
Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve birtakım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’lerde ilk defa Batı’da görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Fransız Kafka’dır .
Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner’dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.
TÜRK EDEBİYATINDA HİKÂYE
Türk hikâyeleri, şu dört ana grupta değerlendirilir:
• "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerinin düzenli olduğu hikâyeler. Ömer Seyfettin, Samet Ağaoğlu, Haldun Taner, Oktay Akbal, Mustafa Kutlu'nun hikâyeleri bu grup içindedir (Maupassant Biçimi)
• İstanbul'da yaşayan insanların özel hayat ve özelliklerini veren hikâyeler. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Osman Cemal Kaygılı, Sermet Muhtar Alus'un hikâyeleri bu grup
• "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerine önem vermeyen, olayın herhangi bir yerinden başlayan hikâyeler. Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Tarık Buğra, Sevinç Çokum gibi yazarlarımız bu gruptandır. (Kısmen, Çehov Biçimi)
• Varoluş çizgisinde oluşturulmuş, aydın bunalımı ve çaresizliği anlatan soyut hikâyeler. Bu tür hikâyeler, ülkemizde 1955'ten sonra görüldü. Hikâyelerde, hiç bir toplum kaygısı görülmez. Aydın bunalımının nedenleri yansıtılır. Sanat adı altında çoğu zaman "müstehcen"e kaçan konulara yer verilir. Hikâyecilik, sanattan ayrılmış ve ideolojiye kaydırılmıştır.
Bu grupta hikâye yazan yazarlarımızın başında ise; Yusuf Atılgan, Demirtaş Ceyhun, Ferit Edgü ve Erdal Öz gelmektedir.
4-R O M A N
Latince’de, “yazı” anlamına gelen bir sözcüktür Roma’da bozulmuş latince’ye verilen ad olarak kullanılırken daha sonra yaşanmış bir olayı hikâye etme anlamında kullanılmaya başlanmış; çağımızda ise, öykü türünün her yönüyle gelişmiş şekline “roman denmiştir.
Yani yaşanmış ya da yaşanabilir olayları, yer, zaman, çevre ve insan unsurlarına dayanarak, geniş bir bakış açısıyla anlatan yazı türüne ROMAN diyoruz.
ÖZELLİKLERİ:
1) Konusu insan ve dünyadır.
2) Gerçek yaşamı yansıtmaya çalışır.
3) Anlattığı olay, çevre ve kişiler, yaşamdan alınır
4) Olay ve kişileri ayrıntılı anlatma, tahlil ve tasvirlere çok yer verme, bir ana olay etrafında bir çok küçük olaya yer verme bakımından hikâye türünden ayrılır
Roman türünün ilk örneğini ilk defa XVI. Yüzyılda İspanyol yazar Miguel de Cervontes ( Mişel dö Servantes) “ Don Kişot” adlı esriyle vermiştir XVII. Yüzyılda Madema de la Fayette : “Princesse de Clevs “ adlı eseriyle onu takip etmiş; XIX. Yüzyılda gelişen romantizm verealizm akımları bu tütün de gelişmesinde etkili olmuştur..
Türk Edebiyatında daha önceleri bu türün yerini tutan MESNEVİLER vardı Batılı anlamdaki roman türü bizde önce çevirilerle başlar.
İlk olarak Yusuf Kâmil Paşa Fransız yazar Fenelon’dan “Telmaque”adlı esri çevirmiş ; sonra Wictor Hugo’dan “Sefiller”, Daniel Defo’dan “Robinsun Crosoe” ve Alexandre Dumas ‘dan “Monte Criesto” çevrilmiştir.
Bizde ilk yerli romanı Şemsettin Sami : “Taaşşuk u Talat ve Fitnat adlı eseriyle vermiştir.
Daha sonra Namık Kemal “İntibah “ adlı eseriyle ilk edebi roman örneğini Halit Ziya Uşaklıgil “Mai ve SİYAH “la ilk modern roman örneğini vermişlerdir. Bunları “Araba Sevdası “ adlı romanıyla Hüseyin Rahmi , “Eylül” adlı romanıyla Mehmet Rauf takip eder .
Milli Mücadele döneminde Halide Edip “Ateşten Gömlek “, “yaban”. Reşat Nuri “Çalıkuşu “ romanlarıyla bu türü mükemmele ulaştırır.
ROMAN ÇEŞİTLERİ
A ) KONULARINA GÖRE
1 – Tarihi Roman : Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır.
İlk örneğini Valter Scolt “Vaverley “ adlı eseriyle vermiş. Bunu Gogol ,”Toros Bulba “, W. Hugo “Nöturdam de Paris “ , A. Dumas “Monte Criestove Üç Silhşörler” le takip eder
Türk edebiyatında ilk örneği N. Kemal’in “Cezmi “ romanıdır. N. ADSIZ’ın “Bozkurtlar “;T Buğra “Küçük Ağa “, Küçük Ağa Ankara'da” K. Tahir’in Yorgun Savaşçı”. “Devlet Ana” bu tür romanlardır.
2 - Macera Romanı:Günlük hayatta her zaman rastlanmayan, şaşırtıcı, sürükleyici, esrarengiz olay-ları anlatan romanlardır “Serüven Romanları” da denir. Bir araştırma ve izlemeyi anlatan “Polisiye Roman “, alışılmışın dışında uzak yerleri ve yaşamları anlatan” Egzotik Romanlar” da bu gruba )- girer.
Dünya edebiyatında R. L. Stevensın’ın “Hazine Adası”. D. Defo’nun “Rabinson Cruse” R . Kiplink’in “Cangel”; Türk edebiyatında A. Mithat Efendinin “Hasan Mellah “ . “Dünyaya İkinci Geliş”, Peyami Safa’nın “ Cingöz Recai “ bu türün en tanınmış örnekleridir.
3) Sosyal Roman : İnsan yaşamınn sınırsız kültür birikimi içinde yer alan ve insanı derinden etkileyen toplumsal, siyasi olaylar, inançlar, gelenek ve görenekleri bazen eleştirisel, bazen de bilimsel açıdan ele alıp anlatan romanlardır
Dünya edebiyatında : W. Hugo’nun “Sefiller “, Tolstoy’un “Suç ve Ceza”; Türk edebiyatında Namık Kemal’in “İntibah “,R. M. Ekrem’in Araba Sevdası “ A. M. Efendinin “Felatun Bey İle Rakım Efendi bu tür romanlardır.
Bir fikri savunup bilimsel verilerle olaya yaklaşan “Tezli Roman “( Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı gibi.) ; toplumdaki inanç ve gelenekleri anlatan Töre Romanı” ( Halide Edip “ Sinekli Bakkal) bir olayı eleştirisel yaklaşımla anlatan “Yergi Romanı “ (Y Kemal’in İnce Memet “ ) ; belli bir yerin özelliklerini anlatan “Mahalli Roman ( F. Baykurrt’un “ Yılanları Öcü “) sosyal romanın çeşitleridir
4)- Psikolojik Roman : ( Tahlil Romanı ) : Dış alemdeki olaylardan çok , kahramanların iç dünyasını, ruh hallerini ele alarak kişilerin toplumla ilişkilerini, bunların birbirinden nasıl etkilendiklerini anlatan romanlardır.
İlk örneği: Madame de La Fayette’nin “Prencesse de Clevs” Adlı romandır.
Bizde Mehmet Rauf’un “Eylül” ilk örnektir. Peyami Safa’nın “Matmazel Noralya’nın Koltuğu”, “Bir Tereddütün Romanı “, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu “ bu türdendir.
5) Otobiyografik Roman: Yazarın kendi yaşamın anlattığı romanlardır. Dünya edebiyatında Alfonse Dode’nin “Küçük Şeyler “ , bizim edebiyatımızda: Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun “Anamın Kitabı “. P. Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”bu türün örnekleridir.
NEHİR ROMAN : Bir kişinin, bir toplumun hayatındaki gelişmeleri ya da tarihi bir olayı birden fazla cilt halinde anlatan romanlardır.
Tarık Buğra’’nın “Küçük Ağa”, “Küçük Ağa Ankara’da” , “Firaun İmanı”; Nihal Adsız’ın “Bozkurtlar “ , “Bozkurtların Ölümü”, “Bozkurtlar Diriliyor” romanları gibi
B) KONULARIN IŞLENİŞİNE GÖRE ROMANLAR:
1 – Romantik Roman . Romantik akıma uygun olarak, duygu ve hayallerin ön plânda olduğu romanlardır.( İntibah”, “Eylül”, “Mai Ve Siyah” gibi )
2 – Realist Roman : Gerçekçi akıma uygun olarak gözlem ve deneyimin duygu ve hayalden daha ön plânda olduğu akımdır İlk örneği R. M. Ekrem’in “Araba Sevdası “.
3 – Natüralist Roman: Bilimsel araştırmalara bağlı kalarak kahramanlarını gözlemlerle seçen romanlardır.
5-TİYATRO
Tiyatro Nedir ?
Tiyatro, bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların sergilemesi amacıyla hazırlanmış gosteridir. Genel olarak temsil edilen eser anlamında da kullanılır. Tiyatro, bir sahne sanatıdır. Tiyatro eseri, olayları oluş halinde gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Yaygın hümanist bir deyişle tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı olarak ifade edilir.
Tiyatro eserinin diğer türlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini, izleyenin kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik gibi unsurların bütünlüğü söz konusudur.
Tiyatro metinlerine “oyun,” metinleri yazan kişiye oyun yazarı (müellif) ve oyunu sahnede canlandıran kişilere ”oyuncu” (ya da daha genel olarak tiyatrocu) denir. Ayrıca eserin sahnelenmesinde görev alan sahne amiri, dekor ve kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör gibi diğer yardımcı elemanlar da vardır.
Tiyatro, Yunanca theatron (θέατρον), yani “görme yeri,” sözcüğünden gelmektedir. Çünkü günümüzdeki anlamıyla çağdaş tiyatronun tarihi Bağ bozumu tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır.
Tiyatro Çeşitleri :
Tiyatro eserleri müziksiz (trajedi, komedi, dram) ve müzikli (opera, operet, müzikal, pandomim bale, revü, skeç) olmak üzere iki grupta toplanır. Edebi türler içinde en canlı ve yaşama en yakın olanı tiyatrodur.
Trajedi
Trajedi, kişilere korku, heyecan ve acındırma telkinleriyle ders vermek amacı güden en eski tiyatro çeşididir. Şiirsel olarak yazılması ve değişmez kurallara bağlı olması sebebiyle öbür tiyatro çeşitlerinden kolayca ayrılır. Yunan tanrısı Dionysos’un şenliklerinde yapılan yarışmalarda sahnelenen oyunlarla varolagelmiştir.
Klasik trajediler genellikle beş perdelik oyunlardır. Eski Yunan’da başlayan bu eserler 3 veya 6 perdelik olurdu. O zamanki tiyatrolarda dekor bulunmaz, ancak sahnenin bir köşesinde olayların sebep ve sonuçlarını anlatan bir koro yer alırdı.
Yine klasik trajedilerde, kahramanlar; kral, kraliçe, prenses, eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerden seçilirdi. Orta tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmazdı. Kahramanları arasında geçen olaylar insanların ruhsal zayıflıklarını, tutkularını, iradeye bağlı yüce davranışlarla çakıştırırdı. Özellikle karakterlerin bir “katharsis”, yani arınma sürecinden geçmeleri gerekirdi. Bu da ancak farkında olarak ya da olmadan kahramanın büyük bir hata yapması, bu nedenle acı çekmesi ve bu süreç sonunda arınmış olarak doğru bir özü bulmasıyla olabilirdi.
Klasik trajedi Aristoteles tarafından kuramsallaştırılmıştır. Bu kurama göre olay, zaman ve çevrede birlik demek olan ”üç birlik kuralı” benimsenmiştir. İç içe girmiş karışık olaylar bulunmaz. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın ön ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektikçe konunun ağzından halka duyurulur. Buna “olay birliği” denir. Trajedi olayının bir günde (24 saat) olup bitmiş gibi gösterilmesine “zaman birliği”, tek bir şehrin belli bir köşesinde başlayan olayın yine orada bitmesine de “çevre(mekan) birliği” denir.
Trajedilerde parlak söylevleri andıran yüksek ve asil bir üslup kullanılır. Kaba, çirkin ve niteliği düşük sözler bulunmaz. Trajedi şairleri mısralarının derin manalı ve bilgelik dolu olmasına önem vermişlerdir
Trajedilerde kadere, ahlak, töre ve geleneklere üstün bir değer verilmiştir. Trajedinin amacının, “insanın acılarının ifade edilerek seyircilerin ruhunda korku ve merhamet uyandırılması” olduğu kabul edilmektedir. Bazı klasik trajedi örnekleri, Aiskhylos’un Titan Prometheus’un hikâyesini anlattığı Zincire Vurulmuş Prometheus’u, Sophokles’in Kral Oidipus’u ve Euripides’in Andromakhe’ı sayılabilir.
Yunan ve Roma dönemi trajedilerinin kuramsallaştırdığı bu kurallar daha sonra modern tiyatroda değiştirilmiştir. Bazı oyun yazarları özellikle bu kurallarla oynayarak farklı türler yaratmıştır. Bunlara örnek olarak Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro verilebilir.
Dram
Trajediyle komediyi bir araya getiren tiyatro çeşididir. Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayışını veya sadece hayatin gülünç taraflarının sahneye konmasını yeterli bulmayarak hayatı birçok tarafıyla temsil etme arzusundan doğmuştur.
Komedi
Bir konunun komik yönlerini vurgulayarak sahneye konmasıdır. Günümüzde kalıpları aşmış ve komediden yola çıkarak absürd komedi türüne de yol açmıştır.
Dram, düzyazı ve şiirsel halde yazılabildiği gibi üç perdeden beş perdeye kadar olabilir. Üç birlik kuralını tamamen reddeder. İnsani temalardan çok toplumcu ve milli konuları işler. Konular da çok çeşitli olabilir. En kanlı ve çirkin, ya da gerçekçi olayları seyirciye göstermekten çekinmez.
Konuları tarihten ve hayatın acıklı veya gülünç, çirkin veya güzel hemen her olayından alınabilen dramda kader, umut, neşe, kuşku, tasa, facia ve komik davranışlar bir arada bulunabilir. Kahramanları her sınıftan (halk – soylu ayrımı gözetmeksizin) seçilebilir. Her türlü karaktere yer verilir. Dram eserleri gerçekleri göstermeyi amaçlamışlardır.
Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline “piyes”, duygulandırıcı ve fazla heyecan verici olanına “melodram” denir. Melodram müzikli oyun demektir, yalnız günümüzde müzik kısmı atılmıştır. Bununla birlikte yine dram türlerinden olan “feeri” ise bir masalın sahneye konulmuş şeklidir. Kahramanları cin, peri, dev gibi düşsel varlıklardır. Olayın geçtiği yer ve zaman belli değildir.
Opera
Opera insanların konuşmak yerine tiyatro oyununu şarkı söyleyerek sahneye koymasıdır…
Pandomim
Düşünce ve duyguları müzik veya türlü eşyalar eşliğinde bazen dansla, bazen de gövde ve yüz hareketleriyle yansıtmayı hedefleyen sözsüz oyun türüdür. Yüz mimikleri, el, kol ve beden hareketleri kullanılarak tema anlatılmaya çalışılır. Pandomim (mim), evrensel bir tiyatro dili sayılır.
Tuluat
Tiyatro türlerinden biri. Sanatçılar, oynadıkları eserin konusuna bağlıdırlar; ama oyundaki sözleri içlerinden geldiği gibi söyleyerek, doğaçlama yaparlar. Yazılı esere uymak mecburiyetleri yoktur. Perdeli orta oyunu da denir. [1]
Operet
Sözlerinin müziksiz kısımları müziklerden çok olan tiyatro eserlerdir. Halka hitap etmek için yazılır. Operetlerde renk, ışık, kıyafetler ve dans en göze çarpıcı şekilde kullanılır.
Bale
Müzikli, dansın daha çok öne çıktığı, daha çok lirik ve dram arası bir temada oynanan oyunlardır. Diğerlerine nazaran estetiğe daha çok önem verilir.
Revü
Olaylı eleştirili yapılan tiyatro türüdür.konu açısından bir bütünlüğü olmayan, birbirlerine gevşekçe bağlanmış, kendi başlarına anlamlı olan, tablolardan kurulu, ezgi monolog. skeç,dans ve karşılıklı nükteli konuşmalardan oluşan bir gösteri biçimi.
Skeç
Beş-altı dakikaya sığdırılan tablolar şeklinde kısa, müzikal oyunlardir. Bir çeşidi de radyo skeçleridir. İnsanların oynamaktan hoşlandığı bir sahnelemedir.
6-ŞİİR
Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır.
Şiiri düz yazıdan ayıran ölçü, mısra, ahenk gibi unsurlar vardır.
Nazım (şiir) biçimindeki yazılara "manzum"; Nazım parçalarına da "manzume" denir
ŞİİR TÜRLERİ
LİRİK ŞİİR
Aşk, ayrılık, hasret ve özlem gibi konuları işleyen duygusal şiirlerdir.
*Duygu, coşku ve akıcılık söz konusudur.
*Gazel, şarkı koşma, semai lirik şiire örnektir.
PASTORAL ŞİİR
Doğa güzelliklerini, kır ve doğa sevgisini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban yaşamını, bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. Şair doğa karşısındaki duygularını anlatıyorsa "idil", bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatıyorsa "eglog" adını alır.
EPİK ŞİİR
Destansı özellikler gösteren şiirlerdir.
*Kahramanlık, yiğitlik gibi konular işlenir.
Okuyanda coşku yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır.
DİDAKTİK ŞİİR
Bilgi vermek, öğretmek, öğüt vermek gibi öğretici amaç taşıyan şiirlerdir.
*Ahlakilik hakimdir.
*Kuru bir üslubu vardır.
*Manzum hikayeler ve fabllar hep didaktiktir.
SATİRİK ŞİİR
Toplumdaki çeşitli düzensizlik ve bozuklukları yeren, taşlayan şiirlerdir.
Halk edebiyatında "taşlama",
Divan edebiyatında "hiciv" denir
DRAMATİK ŞİİR
Tiyatronun manzum şekline denir. Dramatik manzume, karşılıklı konuşma şeklinde yazılan manzumelerdir.
ŞİİR BİLGİSİ
MISRA (DİZE)
Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir.
BEYİT (İKİLİK)
Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.
ÖLÇÜ (VEZİN
Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.
HECE ÖLÇÜSÜ:
Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.
ARUZ ÖLÇÜSÜ
Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.
İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.
Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.
SERBEST ÖLÇÜ:
Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.
REDİF
Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.
*........uzakta
*........plakta
KAFİYE
Şiirde mısra sonlarındaki ses benzerliklerine denir. Kafiyeyi oluşturan eklerin ya da kelimelerin; yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı olmalıdır.
*...........derinden.
*...........kederinden.
KAFİYE ÇEŞİTLERİ
YARIM KAFİYE:
Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
*............dizildi
*............yazıldı.
TAM KAFİYE:
İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
*.........karanlık
*.........artık
ZENGİN KAFİYE:
Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
*........... yolculuk
*........... soluk
CİNASLI KAFİYE
Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir
*...........vakit çok geç
*..........nasıl geçersen geç.
KAFİYE ÖRGÜSÜ
DÜZ KAFİYE: "a a a b" ya da
"a a b b" olmalı.
ÇAPRAZ KAFİYE: "a b a b" olmalı.
SARMA KAFİYE: "a b b a" olmalı.
3.ÜNİTE SÖZLÜ ANLATIM 1.KONFERANS 2.AÇIK OTURUM 3.SEMPOZYUM 4.FORUM 5.MÜNAZARA
1-
KONFERANS
· Bilim ve sanat konularında, yazar, bilim adamı, sanatçı ve düşünürlerin, bir konu hakkında derin bilgisi, görüşleri olan kimselerin, özel toplantılarda dinleyicilerine karşı düşüncelerini, bilgilerini açıklamak, öğretmek amacıyla yaptıkları konuşmalardır.
· Konferans veren kişiye konferansçı adı verilir.
· Konferansta bilgilendirme amacı ağır basar.
· Bilimsel bir düşünceyi, akademik bir konuyu, orijinal bir görüşü anlatmak, bir tezi savunmak konferansın en belirgin amacıdır.
· Konferanslar; genellikle bir topluluğa, bir kitleye, bilim, teknik, düşünce ve sanat öğeleriyle ilgili konuları açıklar. Her türden kompozisyonda olduğu gibi, konferansta “konunun ilgi çekici olması, birlik, açıklık, ses, güzel Türkçe, dinleyenlerin sabır dereceleri” dikkat edilecek temel kurallardır.
· Bir konferansın başarılı geçmesi için konferansçının önceden iyi bir hazırlık yapması gerekir.
· Konferansa başlamadan önce bir takdim konuşması yaparak konferansın konusu kısa ve özlü olarak tanıtılır.
* Konferans plânı şöyle düzenlenebilir:
(a) Hitap cümlesi.
(b) Konunun sunuluşu.
(c) Konferansın amacı.
(ç) Konunun açılması ve anlatılması.
(d) Sonuç.
(e) Sorular ve cevaplar
* İyi bir konferans verebilmek için şu ilkelere uyulmasında yarar vardır.
o İyi bir plan yapılmalıdır.
o Konferans metni hazırlanmalı fakat metne bakmadan konuşmak daha doğru olur.
o Düşünceler görüşler açıkça belirtilmelidir.
o Anlatımda dil bilgisi kurallarına uyulmalı, kısa cümleli,, yalın, duru, akıcı bir dil kullanılmalıdır.
o Dinleyicilerle göz bağlantısı kurulmalıdır.
o Ses tonu konuşmanın akışına göre ayarlanmalıdır.
o Dinleyicilerin ilgisini dağıtacak davranışlardan sakınılmalıdır.
o Kılık kıyafete özen gösterilmelidir.
2-AÇIK OTURUM
Ø Konusunda uzman kişilerin bir masa çevresinde toplanarak tartışmasına Açık Oturum denir.
Ø Açık oturumda tartışılacak konu, toplumun tümünü ya da bir bölümünü ilgilendirmelidir.
Ø Açık oturum; bir salonda izleyici önünde ya da televizyon ve radyoda dinleyici önünde yapılmaktadır.
Ø Açık oturumda izleyicilerin sorularını almak ve cevaplamak da mümkündür. Bu takdirde açık oturum, "forum" a dönüşmektedir. Televizyon ve radyodan tartışmayı izleyen kişiler, açık oturuma telefon sorularıyla katılabilir.
Ø Açık oturumda, değişik görüşlerin eşit oranda temsil edilmesi temel ilkedir, tartışmayı bir başkan yönetir
Ø Açık oturum bir "başkan" tarafından yönetilir. Başkan;
o Konuyu belirler,
o Konuşmacıları tanıtır,
o Konuşmacılara sırasıyla söz verir,
o Konu dışına çıkan ve zamana uymayan konuşmacıları uyarır.
o Tartışma sırasında meydana gelebilecek tatsız ve çirkin saldırıları önler,
o Oturum sonunda ise, ortaya çıkan karşıt ya da aynı düşünceleri özetleyerek oturumun genel değerlendirmesini yapar.
Ø Bu nedenle, başkan, açık oturumdan önce plân yapmak zorundadır. Başkan, açık oturumun temel öğesidir.
Ø Açık oturumda bir yarışma havası yoktur.
Ø Oturuma katılacak kişilerin konularında iyi hazırlanmış olmaları açık oturumun kalitesini artırır.
Ø Konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini özenle dinleyip, gerekli notu alırlar. Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine katılmadıklarını nedenleri ile birlikte belirtirler.
Ø Ayrıca, konuşmacıların diğer konuşmacılar ve izleyiciler karşısında saygılı olmaları da çok önemlidir.
3-
SEMPOZYUM: Toplumu yakından ilgilendiren herhangi bir konu ya da olay hakkında dinleyiciler karşısında farklı uzman kişilerin konu ya da olayla ilgili yaptığı seri konuşmaların bütününe sempozyum denir.
Sempozyum, diğer konuşma türlerine göre daha ilmi ve ciddi bir sohbet havasında geçer. Konuşmacılar konuyu kendi ilgi sahaları açısından ele alır. Sempozyumda bir başkan ve üç ile altı arasında değişen üyelerden oluşur. Üyelerin konuşma süreleri 15-20 dakikayı aşmaz. Konunun uzunluğuna göre sempozyum iki oturum veya iki gün sürebilir.
Sempozyumdaki amaç, konuyu tartışmak değil, konunun ilgili kişiler tarafından olumlu veya olumsuz yönlerinin ortaya konulup çözüme götürülmesidir. Sempozyumun sonucunda başkan konuyu özetleyerek çıkan sonucu dinleyicilere aktarır.
4- FORUM
· Panel gibi bir toplu tartışma türüdür. Belli bir konuda ortaklığı bulunan bir grubun, ortak sorunlarının çözümlenmesinde görüş birliğine varmak üzere düzenlenen toplu tartışmaya forum denir.
· Forum, panelin devamında yapılacaksa başkan, panelin süresini bir saat, forumun süresini de yarım saat olarak sınırlayabilir. Bu durumda panelden sonra forum yapılacağı konuşmalara başlanmadan duyurulmalıdır.
· Forum, toplu tartışmaların başlı başına bir çeşidi sayılmamakla birlikte, dinleyicilerin konu üzerinde daha aktif ve farklı bakış açılarıyla düşünmelerini sağlar.
· Genellikle grup başkanı denilen bir kişi tarafından yönetilen forumda, topluluğun her üyesinin konuşmada ve görüşlerini bildirmede eşit hakkı vardır.
· Forum sonunda, tartışma konusu olan sorunun çözümünde tutulacak ortak yolun belirlenmesi amaçlanır.
· Esasen forumdan amaç belli kararlara varmak değil, konuyu değişik anlayışlarla, farklı boyutlarıyla ortaya koymaktır.
· Forumda başkanın hem konuşmacıları hem de dinleyicileri yönetmesi daha güçtür. Bu bakımdan forum başkanının yönetmede ve konuşmada yetenekli ve birleştirici olması gerekir.
· Forumda söz alan dinleyiciler, konuyla ilgisi olmayan özel sorunlarına değinmemelidir. Sorular kısa, açık ve net olmalı, tartışma saygı kuralları içerisinde, kırıcılıktan uzak, samimî bir hava içerisinde yapılmalı, tartışmadan beklenen amaca yardımcı olunmalıdır.
· Foruma davet edilen uzmanların görüşlerine de müracaat edilerek ortaya çıkabilecek yanlış anlayışların önüne geçilir.
5- MÜNAZARA
Herhangi bir konu üzerinde zıt düşüncelerin karşılıklı olarak savunulmasına Münazara denir.
Münazaranın Özellikleri
Ø Münazara bir anlamda konuşma yarışmasıdır. Taraftarı az olan bir düşünce, iyi savunulduğu zaman çok kişi tarafından takdir edilebilir.
Ø Münazara için genellikle üçer ya da dörder kişilik iki grup kurulmalıdır. Gruplardan birisi işlenecek konuya olumlu, diğeri ise olumsuz yönden savunmalıdır. Yani, bir grup "sav", diğer grup ise "karşı sav" i almalıdır.
Ø Münazarada önemli olan, birbirine karşıt görüşlerin güçlü bir biçimde savunulması, kanıtlanmasıdır.
Ø Görüşünü savunan grup, savların doğruluğunu, geçerliliğini örneklerle rakamlarla ve çeşitli araçlarla kanıtlamaya çalışırken; karşı grup da onların görüşlerini çürütmeye, geçersiz duruma getirmeye çalışır.
Ø Münazara için gruplar önceden şu hazırlıkları yapmalıdır:
o Konuşmacılara, araştırma için en az 2–3 hafta süre verilmelidir.
o Konu ile ilgili bilgi, birikim ve deneyimler saptanmalıdır.
o Kitap, ansiklopedi, öğretmen ve diğer kaynaklara başvurarak eksikler tamamlanmalıdır.
o Savunma için gerekli her türlü belge, örnek, kaynak vb. toplanmalıdır.
o İki grup da kendi aralarında iş ve konu bölümü yapıp münazara gününe kadar hazırlıklarını tamamlamalıdır.
Ø Münazara yapacak kişileri değerlendirecek bir "jüri" seçilmelidir. Jüri, ya başlangıçta ya da münazara yapılacağı gün seçilebilir.
Ø Münazaraya katılacak kişilerle, jüri üyeleri münazara tekniği konusunda bilgilendirilmelidir.
Ø Münazarada yazılı metne bakarak okuma olmaz. Savunulan konu; sözlü ele alınmalıdır. Konuşmacıların, konularını bir kâğıda yazıp okumaları çok yanlıştır.
Ø Münazarada etkili savunmanın önemli olması gibi, belli zaman içinde konuşmak da önemlidir.
Bu nedenle konuşmacılara eşit zaman dilimleri verilmelidir. Bu zaman, genellikle 5–15
dakikadır.
Ø Konuşmacılar; konularını savunurken izleyicilerin büyük bir sessizlikle konuları dinlemesi gerekmektedir.
Ø Konuşmacıların tutarsız bir düşüncesi, yanlış yerde yapılmış bir mimik hareketi izleyicilerde tepkiye neden olmamalıdır.
Ø İzleyiciler savunulan düşüncenin doğruluğunu ya da yanlışlığını onaylayacak davranışlardan uzak durmalıdır. Ancak, böylece jürinin doğru ve tarafsız değerlendirmesi mümkün olur.
Jürinin, değerlendirmede dikkat edeceği özellikler:
a)Türkçeyi kullanma gücü. (Diksiyon, vurgu, tonlama, kelime hazinesi, cümle kurma vb.)
b) Jest ve mimikleri ( El, kol ve yüz hareketlerini) yerinde kullanma.
c) Savunmada inandırıcı olma. (Belgeler, istatistikî bilgiler, resimler, gazete ve dergi haberleri, güncel olaylarla örnekleme vb.)
ç) Konuşmacıların fizikî özellikleri. (Temiz ve düzenli kıyafet, saç, sakal tıraşı vb.)
Ø Münazara;
o Düşünme gücü kazandırır.
o Düşünceleri; anlamlı, düzgün, kurallı, eksiksiz cümlelerle anlatarak dinleyiciler karşısında konuşma ve karşıt görüşler önünde savunma yeteneği kazandırır.
o Eleştirme yeteneği kazandırır.
o Araştırma ve öğrenmeye yöneltir.
Ø Münazara Değerlendirme Örneği
o Kılık kıyafet, söze başlama, saygı
o Konuşmacıların iyi hazırlanıp hazırlanmadığı
o Birikimlerini değerlendirmedeki başarıları
o Fikirlerinde çelişkiye düşüp düşmedikleri
o Sıkıştırıldıklarında bocalayıp bocalamadıkları
o İkna yetenekleri
o Anlatımın iyi olup olmadığı
o Süreyi uygun kullanma
o Karşı düşünceleri çürütme yeteneği
4.ÜNİTE BİLİMSEL YAZILAR
Bilimsel yazı bilgiyi öğretme doğruluk ve yenilik için yazılan yazı türüdür. Kendine özgü bir anlatım tarzıdır. Yazı dile dayanır. Dil ortak anlaşma aracıdır. Belli kural ve tekniklere dayanarak yazılan bir yazı amacına ulaşabilir. Bilimsel yazı deneme veya edebiyat değildir ancak dile dayandığı için sıkıcı veya anlaşılamaz olmamalıdır. Görüşler sağlam kaynaklara dayandırılmalı ve gösterilmelidir. Bilimsel yazı birkaç sayfalık bir makale olabileceği gibi birkaç yüz sayfalık kitap da olabilir. Esas itibariyle teknik aynıdır. Yazının metinle uyumlu bir ismi olmalıdır. Çoğu zaman okuyucu kitabın ismine bakar. İsim metinle aynı değil veya iddialı ise aradığını bulamaz. Mesela Osmanlıda Tıp araştırması yapan yazarın kitabına Osmanlıda İlimler başlığını koyması uygunsuzdur. Uzun yazıları burada kitap diye belirteceğiz. Yazar kitabını bir otoritenin sunuşu ile açabilir. Buna takdim takriz sunuş denir. Sonra önsöz yahut mukaddime bölümü gelir. Burada yazar eserinin yapısını amacını tanıtır. Buna söze başlarken de denebilir. Önsözün ardından kısa veya uzun bir Giriş bölümü gelir. Girişte kitabın iskeleti anlatılır. Konular açıklanır bilgi verilir. Buna methal de denir. Girişten sonra gövde bölümü gelir. Burada numaralandırma esası şöyledir: I A 1 a (1) (a) i ii… Ana bölümlendirme Kısımlar ve Bölümler şeklindedir. Gövde metni bittikten sonra Sonuç eklenir konu özetlenir neyin savunulduğu ve neyin ortaya çıktığı kısaca açıklanır. Kitap Sonuçtan sonra Ekler Kronoloji Bibliyografya İndeks ile biter. Kitabın başında yazarın biyografisi künyesi teşekkür kısaltmalar resim ve şekil cetveli yer alır ki bunların çoğunu yayıncı yapar.
Teknik
En çok kullanılan üç yazı tekniği vardır: APA MLA Chicago.
Türkiye’de kullanılan karma usuldeki standart şudur: Yazar adı Eser adı Çeviriyse çevirmeni Yayınevi Yer ve tarih.
Mesela Vikipedi hakkında Ahmet Sezer adlı yazarın kitabı şöyle gösterilir: Ahmet Sezer Vikipedi İstanbul 2006.
Burada araya giren ve ençok karıştırılan cilt sayfa ve basımdır. Bunlar şöyle gösterilmelidir: Ahmet Sezer Vikipedi Viki Yayınları C.1 İstanbul 2006 s.1. Eser çeviriyse eser adından sonra çevirmeni yazılır. Parantez kullanılmaz. Araştırma bir dergide çıkmışsa format şudur: Ahmet Sezer Vikipedi Viki dergisi Sayı:1 s.1.
Yazının kaynakları metinde nasıl gösterilir?
Bunun yaygın iki metodu vardır:
Birincisi açıklanan görüş daha önce söylenmişse yeni bir cümleyle anlatılsa dahi üzerine gönderme numarası konulmalıdır. Yahut kaynağı doğrudan alıntılamak ve üzerini numaralandırmaktır. Buna sayfa altı dipnotu metodu denir. Numaralar sayfa altında sıralanıp kaynaklar yazılır. Burada yazar ismi soyadından önce gelir kitabın sonundaki soyadı sırasıyla karıştırılmamalıdır.
İkinci gönderme metodu yaslanan görüşün veya alıntının yanına parantez açarak yazarın adı ve yayının tarihi verilir: (Sezer: 2006) gibi. Bunun yukarıdakinden farkı dipnotlarının bölüm sonlarında verilmesidir ancak sayfa altı dipnotu yaygın olduğu üzere bu metod kullanılmayıp doğrudan metinde göndermeler numaralandırılsa da olur.
Doğruluk
Girişte belirtildiği gibi bir yazar daha önce başkalarının söylediklerini belirtmek zorundadır. Bu bilimsel namustur. Eğer başkasının görüşlerini alır ve gönderme yapmazsa bilimsel hırsız durumuna düşer. Buna intihal denir. Tesadüfen iki yazar aynı görüşü söylemiş olabilir mi? Eskiler buna tevarüd derdi. Olabilir ancak bilerek başkasının görüşlerini kendine mal etme zaten bilimsel ağda belli olur.
Dil
Bir yazarı olduran yahut öldüren dilidir. Mükemmel bir düşünce berbat bir dil yüzünden anlaşılmaz okunmaz. Tersi de mümkündür çok parlak cafcaflı bir dille yazılmış ve bilimsel diye sunulmuş boş eserler görmek mümkündür. Yazar ulusal dili okulda öğrenir ama bilimsel dili öğrenmesi yıllarını alır. O yüzden bilimsel yazı yazmak kolay değildir. Yazarın anadiline hâkim olması ön şarttır. Dilbilgisi ve yazım yanlışları düzeltilebilir ama mantık hataları düzeltilemez. Bilimsel yazı jargondan kaçınmalıdır. Jargon Websters’daki tanıma göre; karışık anlamsız acayip ilkel dil-teknik terminoloji-gizemli dolaylı uzun kelimelerle önemli hissi veren dil. Türkçe’de yazı dilinde -dili geçmiş zaman kullanılır -mişli geçmiş zaman bürokratik bir dil olduğundan artık pek az araştırmada yer almaktadır. Görüşler ifade edilirken eskiden Bizli anlatım yaygındı bugün kimse biz bu hususta şöyle düşünüyoruz gibi çoğul bir ifade kullanmaz.
Kaynakça
Kaynakça yararlanılan kaynakların dökümüdür. Metinde gönderme yapılan bütün kaynaklar sıralanmalıdır. Hangi kaynağın nasıl kullanıldığı yazarın inisiyatifindedir ancak metinde bahsi geçmeyen kaynakların gösterilmesi lüzumsuzdur ve okunduğu zannını vermek itibariyle ahlaki değildir. Bibliyografya yazar soyadına göre alfabetik yapılır
Derleyen:
Halil AKPINAR
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
http://www.halilakpinar.net